"Yıldızlı Şehrin Umutsuz İnsanları"

220 21 21
                                    




Yavuz, uçurumun kenarında durmuş elleri büyük ceplerinde şehrin ışıklarını izliyordu. Koyu yeşil gözleri manzaraya dolu dolu bakıyordu. Bu kadar yüksekten parlayan şehir, yüreğini hoplatıyor onu küçük bir çocuk misali heyecanlandırıyordu. Buradan her şey mükemmel ve bir o kadar da büyüleyiciydi. Herkesin hayatı boyunca sahip olmaya çalıştığı karelerde ışıklar yanıp sönüyor, aralanmış camlarından tatlı bir meltem içeriye süzülüyor ve perdelerle dans ediyordu. Bu kadar yüksekten Yavuz'a her şey önemsiz göründü. Dertleri, aşık olduğu ve ona acı çektiren kadınlar, işler, hayal kırıklıkları... Bütün hepsi önemsizdi. Çünkü artık Yavuz büyük resmi görüyordu.

Yukarı çıkmak; yaşlanmak gibi diye düşündü. Yaşlandıkça bütün sorunlarına gittikçe yüksekten bakmaya başlıyordun ve hayatın tükenirken onların pekte önemi kalmıyordu. Görüş alanın genişledikçe her şey daha ufak daha anlamsızdı. Aynı zamanda buradan şehir huzurlu gözüküyordu. İnsanların yarattığı karmaşa, lekelediği ara yollar, çıkarttıkları gürültüler hiç biri göze batmıyor; daha çok ışık ve görüntü kaosunun içinde kendilerine bir yer edinip bu karmaşık tablonun birer parçası oluyorlardı.

Yavuz buradan bakarken insanları da görmüyordu. Yüzlerinden okunan duyguları; üzüntüleri, nefretleri algılayamıyor, pisliklerine kendini dahil hissetmiyordu. Yavuz, burada mutluydu. Keşke sonsuza kadar bu manzaraya karşı dikilebilseydi. Ayaklarını çakıllı yerde öne doğru sürükledi. Belki kalabilirdi. Ayakkabısının ucu artık boşluktaydı. Kollarını iki yana açıp kafasını şehrin ışıklarından sönük gözüken yıldızlara doğru kaldırdı. Derin bir nefes aldı. Kirli hissediyordu. Yıkansa bile geçmeyecek gibi. Onun ruhu kirlenmişti. Telaşlı adım sesleri çakıllı yerde gittikçe ona yaklaşıyordu. Yeşil gözleri dolu doluydu. Bu anı, bu saniyeyi yaşamak, hissetmek istemiyordu. Ama buna mecburdu.

"Yavuz?" endişeli ses ikizi Zeynep'ten geliyordu. Aceleyle geldiği apaçık ortada olan kız nefes nefeseydi. Siyah saçları dağılmış, perçemleri koyu kahve gözlerini gölgelemişti. Belli etmemeye çalışsa da sesi titriyordu. Yavuz onu görmemesine rağmen büyük gözlerinin nemlendiğini biliyordu.

"Ne yapıyorsun? Beni neden çağırdın?" Yavuz kardeşine cevap vermek istiyordu ama yapamadı. Vicdanı pişmanlık duygusunu sulamıştı. Şimdi ise içinde yeşeren pişmanlık dalları ile boğazını sarıyor; onu boğuyordu. Acı verici yumru hissi gitsin diye yutkundu Yavuz. Bir kaç yaş damlası elmacık kemiklerine düştü. O sırada omzunda Zeynep'in çelimsiz ellerini hissetti.

"Lütfen bana bak. Beni korkutuyorsun." Kız, Yavuz'un hareketsizliğinden cesaret bulup onun beline sarıldı. Bu ciddiydi. Zeynep, ilk defa onu bu kadar perişan görüyordu. Dizlerini toprağa dayayıp kardeşini var gücüyle kendine çekmeye çalıştı. Yavuz'un takatsiz bedeni daha çok ona karşı koyamayarak tökezledi ve beraber yere düştüler. Şimdi iki kardeşte sırt üstü çakılların üstüne uzanmış yatıyorlardı. Şehirde kareler yavaş yavaş kaybolurken yıldızlar belirginleşmeye başlamıştı. Yavuz sessizce ağlamaya devam ediyordu. Zeynep ona baktığında kesik bir nefes aldı.

"Bunu öğrenince yanımda olmak istemezsin diye korkuyorum." Zeynep sinirle yerinden kalktı ve sağ eliyle ağlayan Yavuz'un göğsüne vurmaya başladı. Artık o da ağlıyordu.

" Aptal mısın? Seni nasıl bırakırım? Beni neden korkutuyorsun aptal!" Bir tane daha yumruk indirmek üzereydi ki Yavuz titreyen eliyle Zeynep'in ince bileğini kavradı.

" Dur." Diyebildi zorlukla. Bu aslında sadece ona değil; her şeye söylenmiş bir şeydi. Dünyaya, zamana, acılarına hele ki şu an dönen gökyüzüne... Keşke şu an her şey dursaydı. Yavuz, haykırmak, etrafı darmadağın etmek istedi. Durdurmak için elinden ne gelirse yapardı. Sadece dursaydı...

Gözyaşının İçiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin