"Alacakaranlık"

19 5 3
                                    


"Ne yapalım?"

"Sus!"

"Ne yapalım? Ne yapalım? Ne yapalım?"


            Kafası Sedanın yeşil kupası gibi bomboştu. Papatya çaylarından sonra Seda ve Elif kızın saçlarını düzeltmişler sonra Zeynep'le Yavuz'un bu gece onlarla beraber kalmalarına ısrar etmişlerdi. Evet, evet çocuk en son kirli salonun tek temizlenmiş koltuğunda uyuduğunu hatırlıyordu. Ama şimdi neredeydi? Neden yattığı yer eskisi gibi yumuşak değildi? Neden üşüyordu. Gözlerini alan beyaz bir ışık gitgide genç çocuğa yaklaştı. Düşük, yüksek ses notaları ağrıyan başını zonklatıyordu.

"Ne yapalım?! Ne yapalım!?" Ve Yavuz sesi çok yakınında hissedince gözlerini korkunç bir telaşla açtı. Etrafını seçmeye çalıştı ama önünde duran birkaç insan gölgesi ve onların arkalarından sızan güçlü beyaz ışık dışında hiçbir şey görmüyordu. Öldüğünü sandı. Papatya çayında bir şey vardı ve ölmüştü. En mantıklı gelen senaryo buydu çocuğa göre . Çaresizce yattığı soğuk yerde çırpındı. O an bileklerinde hissettiği baskının ne olduğunu algıladı. Buraya bağlanmıştı! Her çırpınışında siyah dalgaları yeşil gözlerini kaşındırıyordu. Yattığı yere baktı. Morgdaydı.

"Yani cidden öldüm?" diye sordu yüksek sesle. Bütün korkusu sönmüştü. Dudaklarında bir sırıtış belirdi. Kafasında nöbet tutan gölgeler bir ağızdan güldü.

"Evet, evet öldün. Şimdi seninle ne yapmalı?" Uzun bir müddetten beri aynı şeyleri tekrarlayan sesin sahibi ışığın içinde bir sağa bir sola yol aldı. Sürekli aynı şeyleri mırıldanıyordu. Daha sonra Yavuz'a yaklaştığında bir anda bağırdı.

"Buldum!" Gölgesinden bir parça koparıp Yavuz'un yanına, metal yatağa koydu. Çocuğun bu hareketle korkudan nefesi kesilirken titremeye başlamıştı. Sağına dönme diye söylendi içinden. Sağına bakma. Orada görmen gereken bir şey yok. Ama Yavuz, hep meraklı bir çocuk olmuştu. Korku hiçbir zaman ilerlemesine mani olamamıştı. Böylece yanına döndü. Ve o boş gözlere bakakaldı.

"Korkutacaksın onu." Diye söylendi solundan kadifemsi bir kadın sesi. Bu sesi de tanıyordu. Kimlerdi bunlar?... Çocuğa hepsi çok tanıdıktı. Yattığı bu metal yatak bile tanıdık gelmeye başlamıştı. Yaşarken dört kere ölümü gördüğü için miydi? Gözlerin sönüşünü gördüğü için miydi? Sağındaki gözlerde kaybolmuştu. Doğru diye düşündü. Onun gözlerine bakma fırsatı bulamamıştım. Bir girdap gibi ruhunu içine çekiyordu sanki iki yeşil yuvarlak.

"Kafasını kopartalım." Diye atıldı kafasız. Yavuz'un bakışlarını gözlerden kurtaran şeyde bu oldu. Daha çok korkmasına sebep oldu. Çocuk soğuk yerde biraz daha debelendi ama artık kaçamayacağının bilincindeydi. Gerçekten ölmüştü ve şimdi cezasını çekiyor olmalıydı.

"Baksana üzülüyor gibi durmuyor! Ne kadar yanında olursak olalım, ne kadar her yere onunla adımlasak ta vicdan azabı çekmiyor bu deli! Demek ki ağır gelmiyor düşünceleri omuzlarının üstündeyken. Senin yüzünden! Sen, sen kuvvetlendirdin onu! Sen böyle bir canavar yarattın!" Kafasız görmese de gölgelerden birini işaret edip duruyordu.

"Hele ki kesmeyelim benim gibi patlatalım kafasını! Yüzünde o kendisinin göremediği kana susamışlık varken... Yeşilleri korkutucu derecede koyuyken gövdesinden ayıralım kafasını. Her kendine baktığında o bakışı görsün. Kendini bir canavar olarak görsün. Sonsuza kadar tiksinsin. Sonra da eline verelim onu. Görelim bakalım o sağlam omuzlarının üstünde olan kafasının ağırlığını kolları kaldırabilecek mi?" Adamın bu çılgın lafları yüzünden bir müddet sessizlik hakim oldu soğuk odaya. Hiçbir gölge hareket etmedi ve Yavuz aslında yalnız olabileceğini düşündü. Kesecekler miydi gerçekten kafasını? Başta ne kadar korkutucu gelse de düşünmemeyi dilerdi çocuk. Kafasızken bunu yapamazdı değil mi? O an Yavuz'un metal yatağına kalçasını dayamış iri gölge birden ayaklandı. Kafasızın suçladığı gölgeydi bu. İşaret parmağını yanlış bir şey yapılmış gibi iki yana salladı.

Gözyaşının İçiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin