''Kafamda Davut'a dair bir görüntü yarattım ve Davut'a ait olmayan her şeyi mermerden kazıyıp attım.''
(Michelangelo.)Otobüs yolculuğunun geri kalanında o da ben de kulaklıklarımızı takmış ve akıp giden Roma sokaklarını izlemiştik.
Benim kulaklığımda bir müzik sesi, onunkinde ise ölüm sessizliği.
Neden sürekli kulaklık taktığını merak etmiştim.
''Geldik gençler, inebilirsiniz!''
Birol Hoca'nın gür sesi otobüsü doldurduğunda herkes mayıştığı yerden aheste aheste kalkıp çıkışa ilerledi.
''Bavullarınızı ya da büyük çantalarınızı arabada bırakabilirsiniz. Ama telefon, cüzdan, kimlik, pasaport tarzı şeyleri yanınızdan ayırmayın!''
Adamın yaşına göre her daim enerjik yapısı beni şimdiden harekete geçirdiğinde yerdeki kamp çantamı kaldırıp otobüsün üst tarafındaki bölmeye sıkıştırdım. Küçük sırt çantamı tek koluma atıp otobüsten indiğimde Barış da peşim sıra gelmişti. Sırtında, benim gibi tek omzuna taktığı siyah bir sırt çantasıyla. Sanırım yanına başka eşya getirmemişti.
Kalabalıkla beraber bilmediğimiz yere doğru ilerlerken Işıl bir anda yanımda bitti.
''Olay var,'' dedi endişeli bir sesle. Ne dediğini anlamayarak ona döndüğümde Barış da yanındaki hareketlilikten dolayı bize dönmüştü.
''Görmedin mi arabada? Cenk, Pelin, Oğuz ayrı ayrı oturdu.''
Ne var bunda der gibi omuz silktim. ''Yani?''
İlerlediğimiz yolda aniden durup bana döndü. ''Ne demek yani? Bu tarihte görülmemiş bir şey! Bizim dörtlü ayrı ayrı olsun...''
''Dörtlü?''
''Onlar öyle oturunca hangisinin yanına gideceğimi bilemedim. Ben de dün tanıştığım bir kızın yanına oturdum.''
''Abartmıyor musun sence biraz? Sevgilisi ya da yakın arkadaşı diye her şeyi onlarla yapmak zorunda değil ki bir insan.''
Sırt çantamın kolunu düzelttiğimde ona çevirmiştim başımı. Biçimli kaşları düşünceli bir şekilde çatılmıştı.
''Selam çakma Freud!'' diyerek bir anda beliren Oğuz kolunu Işıl'ın omzuna atarak onu kendine çekti. Barış onun bu hareketine tebessüm ederken ben bir tepki vermedim.
''Neredesin sen Oğuz ya! Bir çocuğun yanında oturuyordun sonra bir baktım yok oldun otobüsün içinde!''
Oğuz açık renk saç tutamlarını boştaki eliyle geriye yatırırken sırıtmaya devam ediyordu.
''Hoca laf etmesin diye oturdum onun yanına be. Sonra rehberin yanına gittim. Konuştuk biraz, kültürlendim.''
Gururlu bir edayla öne çıkardığı göğsüne Işıl elinin tersiyle vurdu.
''Deli... Ya bırak şimdi rehberi, kültürü falan. Cenk'le Pelin nerede?''
''Cenk Birol Hoca'nın yanında...'' diyerek başparmağını arkaya doğrulttuğunda oraya döndü Işıl.
''Pelin'i bilmiyorum ama. O da az önce tanıştığı şu kızladır herhalde.''
Barış'la gözlerimiz etraftaki binaları süze süze ilerlerken kulaklarıma doluyordu bu sözler.
''Ya ne oldu bunlara böyle birden? Tamam kavga ettiler de bir konuş anlaş yani değil mi...'' Işıl dertli dertli yakınırken Oğuz cevap verdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RENKLERİN SESSİZLİĞİ
Teen Fiction''Sen, kendini cehennemin kapısındaki Beatrice olduğuna inandırmışsın ama değilsin. Sen, Michelangelo'nun kazıdığı mermerden bir meleksin. Beyaz mermerim yoktu belki de ama ben de seni bu kilden yaratmak istedim. Kendini bir de benim gözlerimden gör...