''Ruh hastası!''
Yerdeki bir taşa hırsla vurduğumda taş bile neye uğradığın şaşırıp metrelerce öteye savruldu.
Tam düştüğü yerdeki küçük bir kırlangıç, göğe kanat çırparak gözden kayboldu.
''İşi gücü yok benimle uğraşıyor!''
Bu sefer de üzerimdeki sweatshirt almıştı benden nasibini. Avuç içlerime kadar çektiğim kol yakalarına, tırnaklarımı geçirerek yırtacak kadar sıktım.
''Hayır, bir de bunları el aleme anlatması yok mu!''
Sıradaki de çantamdı. İki kulpunu birden hırsla silkip sırtıma hatta enseme çarpmasını sağladım çantanın. Ama o, bu sarsılmaya dayanamayarak kendi yere bıraktı.
''Şaka mısın sen!'' arkamı dönüp yere düşen çantama baktım. Sinirimi ondan yeterince çıkarmış olmalıyım ki bağ yerinden kopmuş ve sökülen iplikleri rüzgarda ahenkle sallanmaya başlamıştı.
''Of...''
Dizlerim üzerine çöküp bu küçük sırt çantamı yerden aldım ama tekrar ayağa kalkmak yerine hemen yanımdaki kaldırıma oturup kopan kısmı neresinden tutturabilirim diye bakınmaya başladım.
Tutmadı.
''Koparsan kop be!'' deyip çantayı gelişigüzel önüme fırlattım. Hava soğuduğu için şortumu çıkarıp pantolonumu giydiğime minnettardım.
Dizlerimi kendime çekip oturduğum yerde sallanmaya başladım. Pelin'in o iğrenç surat ifadesi ve ağzından çıkan deli saçması sözler hala daha dönüp duruyordu zihnimdeki beyaz perdede. Tırnaklarımı altımdaki açık renk kot pantolona geçirdiğimde hissettiğim tek şey hala daha öfkeydi.
Sallanmamı durduramıyordum. Düşünmeyi durduramıyordum. Öfkemi kontrol edemiyordum.
''Niye geçirmedim ki ağzının ortasına bir tane! Hayır niye niye!''
Anlık bir sinirle ellerimi bacaklarımdan çözüp hızla yanımdaki kaldırıma vurdum. Avuç içlerimi yakan sert beton, üzerine serpiştirilmiş kum zerrecikleriyle karşılık verdi bana. O bile öfkeliydi sanki.
''Kıracaktım o ağzını ki bir daha arkamdan atıp tutmasın!''
Bu sefer de ses tellerim olmuştu vücudumda gezinen öfkenin katili. Ufak da olsa titremeleri beni daha da sinirlendirdi.
Sinirimi nereden, kimden, neyden ve nasıl çıkaracağımı bulmak ister gibi etrafıma bakındım.
Dakikalar önce mimarisine hayranlıkla baktığım sokaklara, içimdeki kararan öfkeyle baktım.
''Keşke gelmeseydim...''
Gözlerim binalardan kayıp yavaş yavaş beyaz asfalta düştüğünde, alnımdan bir damla da çeneme doğru kısa yolculuğuna çıkmıştı.
Bakışlarım bu sefer önüme fırlattığım çantama kaydı.
Ne bu renkli Roma sokakları ne de bu koca insan topluluğuydu beni sakinleştirecek şey.
Tek bir tuşuma bakıyordu aslında bu.
Öyle de yaptım.
Hızla önümdeki çantama uzanarak içinden telefonumu çıkardım. İşte olduğu için pek rahat konuşamazdı Kuzey belki ama en azından dinleyip tüm öfkemi kusmamı sağlayabilirdi. Her zaman yaptığı gibi.
Bu ihtimalin içimde yarattığı çok ufak bir ferahlamayla buldum telefonumu çantamın en dibinde. Az önce betona vurmaktan kızaran avuç içlerimle telefonu elimde çevirip yandaki kilit açma düğmesine bastım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RENKLERİN SESSİZLİĞİ
Novela Juvenil''Sen, kendini cehennemin kapısındaki Beatrice olduğuna inandırmışsın ama değilsin. Sen, Michelangelo'nun kazıdığı mermerden bir meleksin. Beyaz mermerim yoktu belki de ama ben de seni bu kilden yaratmak istedim. Kendini bir de benim gözlerimden gör...