10) Karanlıkla Dans Eden Balerinler

80 9 7
                                    




-Lana Del Rey/Dark Paradise-

Arızalanan otobüs ve değişen gezi planı sonrası Roma'dan ayrılamamıştık. Normalde bu akşam trenle Floransa'ya doğru yol almamız gerekiyordu ama biz henüz Roma'nın son basamağı olan Vatikan'a bile girememiştik. O yüzden bazı noktalardaki konaklamaları çıkarıp yerine Roma'yı eklemiştik. Ve otobüsteki eşyalarımızı da alıp bir başka hotele yerleştirmiştik.

Ağır ağır ilerlediğimiz ışıltılı Roma sokaklarında yemek yiyebileceğimiz bir yer arıyorduk Barış'la birlikte. Gözümüze ve bütçemize hitap eden bir yeri bulduğumuzda içeriye adımımızı attık ve eş zamanlı olarak güler yüzlü bir garsonun selamını aldık.

Hava çok güzel olduğundan dışarıda oturmaya karar verip adımlarımızı restoranın yan tarafındaki üstü kapalı yere doğru ilerletmiştik ki kulaklarıma ulaşan gürültü nedeniyle yanlış bir yer seçtiğimizi de fark etmiştim.

Oğuz, bahsettiği gibi yanındaki arkadaşlarıyla beraber, kapının en uzağındaki uç noktada oturuyordu. Koca dikdörtgen masanın etrafındakileri loş ışıkta göremiyordum ama Oğuz'un kendine has neşeli sesi ve kahkahası onu diğer herkesten ayırıyordu.

Barış'ın onları fark ettiğinden emin değildim ama bir şey söylemeyerek, daha doğrusu yazmayarak, cam kenarı bir masaya yerleşmek üzere sandalyeyi çekti. Ama sandalye, yerde sürtünüp acı bir çığlık çıkardığında Oğuz da dahil restorandaki diğer İtalyanlar da bize dönmüştü. Barış bunun farkında olmayarak oturduğu sandalyede hala daha ayakta dikilen bana baktığında gözlerimle omzu üzerinden arkasını işaret ettim. Dönüp baktığında Oğuz çoktan yanımıza gelmişti.

''Afra... Sözüm var dediğin kişi Barış mıydı? Ben de başka biri falan sandım kızım söylesene beraber takılırdık!''

Beraber takılmak istemediğimi açıkça ifade ettim sanıyordum oysaki...

Barış da ayaklandığında bir an gözlerimin içine baktı. Gözlerimle yeniden Oğuzların masasını işaret ettim ona. Dönüp bir kez arkasına baktıktan sonra önüne dönüp, fark etmez der gibi omuz silkti. Gülümsemeyi de ihmal etmemişti.

Birlikte Oğuzların masasına gidip oturduk. Israrlarım sonucu masanın en ucuna oturmuştum. Araba yolculuklarında da böyle kalabalık restoran gibi yerlerde de orta yerde oturmaktan hiç hoşlanmıyordum. Sanki herkes beni izliyormuş gibi hissediyordum.

Barış da tam karşımdaki sandalyeyi çekip oturduğunda masadaki diğer kişileri inceledim. Çoğunu tanımıyordum, bizim okuldan gibi de durmuyorlardı.

Sadece tek bir kişi takıldı gözüme. Masaya oturduğumuz ilk andan itibaren masa üzerinde kavuşturup yumruk yaptığı ellerine çenesine dayamış bir şekilde beni izleyen Cenk.

Bakışlarımı orada fazla tutmayıp önüme döndüm.

Oğuz kalabalığın uğultusunu bastıracak kadar neşeli sesiyle Barış ve bana döndü.

''Biz tabii ki yine pizza söyledik. Bella'cım buranın pizzasının çok iyi olduğunu söyledi.'' bir an durup dediğini kafasında ölçtü biçti. ''Gerçi İtalya'daki her pizzacı çok iyidir ya, neyse...'' diyerek kendi kendine güldü.

''Biz de pizza istiyoruz zaten.'' dedim.

''Tamamdır...'' deyip garsonu kibar bir el hareketiyle yanımıza çağırdı. İngilizce bir şekilde siparişlerimizi verdikten sonra Oğuz yeniden bize döndü.

''Hadi tanıştırayım sizi! Isabella...'' sarı saçları doğal dalgalar halinde omuzlarına dökülen bir kızdı bu. ''Marco...'' bu da esmer bir gençti. Sarışın kızın hemen yanında oturuyordu. ''Giovanni, Maria, Andrea...'' diyerek masadaki diğer kişileri de tanıttıktan sonra tam önünde oturan, kendi yaşlarımızda bir çocuğa gelince gülümsemesi büyüdü.

RENKLERİN SESSİZLİĞİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin