Bu sefer son olmasını umarak toparladığımız eşyalarımızla yerleştik yeniden otobüse. Bu hotelin kahvaltı servisi olmadığı için köşe başındaki butik bir fırından kahve ve kruvasan almıştım. Büyük kamp çantam sırtımda, küçük çantam karnımda, bir elimde kahve ve diğer elimde kruvasanla dikiliyordum tam şu an kaldırımın kenarında.Sağımı ve solumu kontrol edip temkinli bir şekilde yaya geçidini kullanarak geçtiğim karşı kaldırım sonrası hızlı adımlarla öğrencileri bekleyen otobüse yöneldim. Havanın birden soğumasının ardından üzerime yine Kuzey'in olduğunu düşündüğüm lacivert bir sweatshirt geçirmiştim.
Ancak otobüse adımlayan ayaklarımı durduran bir ses kulaklarıma dolunca başımı sesin geldiği yere çevirdim.
Bir çığlık, ardından neşeyle alkışlayan insanlar...
Tereddütle önümdeki otobüse baksam da merakıma yenik düşüp alt dudağımı dişleyerek sese doğru ilerledim.
Kahvemi aldığım kafenin tam karşısındaki, şu an önünden geçtiğim sokağın köşe başından yükseliyordu sesler. Koca bir insan kalabalığı, oluşturdukları daire ile ortasındaki bir şeyi izliyor ve bir yandan da ritim tutuyorlardı.
''Una mattina mi sono alzato...''
Kulağıma çalınan bu şarkı sözü sonrası dudaklarım neşe içinde yukarı doğru kıvrılırken ilerledim kalabalığa doğru. Ve tam arkalarında durduğumda tüm kalabalık mutlulukla gökyüzüne doğru haykırdı.
''O Bella ciao, Bella ciao, Bella ciao, ciao, ciao!''
Bu haykırışı beklemediğimden aniden yerimde sıçradığımda elimdeki kahvenin yarısı dökülmüştü Roma sokaklarına. Hatta önümde duran birkaç kişinin de sırtına sıçramıştı kahve lekeleri ama şu an kimse bunu umursuyor gibi değildi.
Yine de endişeyle dudaklarımı birbirine bastırdım.
Çevremde dönüp bunu gören birileri var mı diye bakınmaya başladığımda tüm o kalabalığın arasında bir göz çarptı gözlerime.
Siyah kıvırcıkların örtemediği buz mavisi gözler hiç olmadığı kadar sıcak bakıyordu yüzüme.
Siyah çantası tek omzuna asılı, elleri ceplerinde ve başını da hafifçe yana yatırmış bir halde izliyordu beni. Yüzünde, her zaman giyindiği o masum tebessüm vardı. Önümde duran insanların haykırmalı, coşkulu mutluluklarına karşın, Barış'ın mutluluğu bile sessizliğin kolları arasına saklıydı.
''O Partigiano portami via...''
Kalabalığın tam ortasındaki sokak müzisyeni yeniden şarkı sözlerine girdiğinde yanındaki Bob Marley'i andıran, akordiyon çalan adam çalgısını durdurup dans etmeye başladı.
Gözlerim heyecan içinde bu manzarayı izlerken Barış birkaç adımda yanıma yaklaşıp aramızdaki mesafeyi kapattı.
Herkes, şimdi ortada kıvrak hareketlerle ve oldukça özgün bir biçimde dans eden adamı alkışlayıp ona ıslıklar çaldıktan sonra yeniden hep beraber haykırdılar.
''O Bella ciao, Bella ciao, Bella ciao, ciao, ciao!''
Ve bu son haykırış, filmin koptuğu yerdi.
Tüm bu kalabalık, oluşturdukları daireyi bozup kendi çapında dans etmeye başladı. Her birinin dudaklarındaydı sevinç çığlıkları. Sevgilisi ile dans edenler, arkadaşları ile eğlenenler, tek başına olup sokak müzisyeni ve dansçılarına eşlik edenler... Herkes ama herkes neşe içinde dans etmeye başlamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RENKLERİN SESSİZLİĞİ
Teen Fiction''Sen, kendini cehennemin kapısındaki Beatrice olduğuna inandırmışsın ama değilsin. Sen, Michelangelo'nun kazıdığı mermerden bir meleksin. Beyaz mermerim yoktu belki de ama ben de seni bu kilden yaratmak istedim. Kendini bir de benim gözlerimden gör...