KISIM 1 - BÖLÜM 8: MATRUŞKA

30 4 0
                                    


8

Ferahtı. Lamine parkenin üzerinde adımlayıp neredeyse tümünün pencerelerle kaplandığı cepheye doğru ilerlerken köşeli salonda sebepsiz bir aidiyet hissettim. Açık camlardan içeri dolan hava, her ne kadar gürültülü olsa da insan nefeslerinin hissi ve dahası bütünüyle içeri davet edilen ışık; bu daireyi seçmem için yeterli sebeplerdi. Arkamdan bana doğru ilerleyen Deren'in topuk seslerinden mesafesini tahmin ederek, neredeyse bana ulaşmak üzere olduğunda gözlerimi dışarının Teşvikiye seyrinden ayırıp ona döndüm.

"Ne dersin?" diye sordum, arkada emlakçı kadın ellerini gömleğinin önünde birleştirmiş bizi bekliyordu. Deren duvarları bir kez daha gelişigüzel inceledi.

"Ben olsam çoktan tutmuştum." dediği an, emlakçı da doğru anı kollar gibi sohbete dahil oldu.

"Kesinlikle," Ah, şu pazarlamacılar. "Böylesine merkezi, içi yapılı daireyi bu fiyata bulamazsınız. Garanti ederim." Yüzünde o her emlakçının sahip olduğu sahte gülüşle, ikna yeteneklerini tüketene dek kullanıyordu.

Yine de ona hak vererek, "Konumu çok iyi gerçekten," dedim, sonra yeniden Deren'e döndüm. Emlakçıya ayıp olmasın diye mi olumlu konuştuğunu sorgulayayım derken, yine aklımı okumuş gibi gözlerini kırpıştırdı. Bu, onay demekti.

Ev. Ne ilginç, şimdi salondan tam karşıdaki bölmeye döşenmiş mutfağa doğru adımlarken kendimi burada görebiliyordum. Bu nostalji hissini kaybetmemiş evin koridorunda, mutfağında yürüyordum; hatta mobilyalar bile şimdiden gözümün önündeydi. Sol tarafa iki kitaplıkla bir televizyon ünitesi, sağa bir köşe takımı, ortaya yemek masası... Avizenin rengi, şekli... İçim, günlerdir dinmeyen o yağmurun ardından ilk kez güneş açar gibi oldu. Nefes aldığımı hissettim. Yeni bir başlangıç. Tüm sonların acı verdiğinin aşikâr olmasına rağmen, akabinde gelen bu başlangıç fikri insanı daima heyecanlandırırdı. Kendimi korunaklı bir alanda hissettim, sadece birkaç saat önce hüngür hüngür ağlayan ben değilmişim gibi yarım yamalak bir tebessümle son kez yatak odasına girdim.

Bugün gezdiğimiz dördüncü daireydi ve işin aslı, şanslıydım ki ilk günden işi halledeceğe benziyordum. Büyük olmasa da kullanışlı, küçük balkonuna açılan kapısıyla da nefes dolu yatak odasına girdiğimde şimdiden füme perdelerimin hayalini kurmaya başlamıştım bile. Bozcaada'dan döndüğümde yeni bir ev, yeni bir iş, yeni bir ben... Hayallerimi gerçekleştirebilmeyi diledim. Tazelenme, iyileşme, baştan başlama sürecime giriş yapar haldeydim: Göç başladı, diye yineledi iç sesim. Odada biraz yürüdüm, emlakçıya onayı vermeden önce son kez görünen o ki gelecekteki odamın balkonuna çıktım. İstanbul'un iyice zıvanadan çıkmış, dengesiz sıcak havasının yapışkanlığı yüzüme, boynuma sarılıverse de iki kat aşağıdan geçen insanları görmek dengeleri sağladı. Şehirleşme, doğayı ve bunun birlikteliğinde insanı ne kadar ölüme sürüklüyorsa; kozmopolitliğin o insan çeşidi ise bir o kadar yaşatıyor gibiydi. Yürüyen herkesin hiç kimseliğinde kendimi gördüm. Yüzleri, sesleri, kıyafetleri, adımları kısa bir sürede silinip gidecekti bu insanların ama soran olursa bir yerde, bir zaman diliminde yollarımız kesişmişti işte. Hayatın tesadüfiliğine hayret etmeden duramadım, bir nefesi daha dolu dolu çektim ciğerlerime. Güneş yavaştan batmaya hazırlanıyor, karanlığa yerini bırakıyordu. Ellerimi balkonun siyah demirlerine yerleştirip aşağıya, Teşvikiye Camii'yle apartman arasındaki sokağa baktım.

Oradaydı ve bu kez içimi korku kaplamadı. Kafamın derin sularında, artık tanıdıklaşmaya başlayan vızıltı yeniden doğduğunda bu kez beni telaşeye sürükleyecek bir hali yoktu. Havanın çirkin, yapışkan, ağustos çıkışı sıcaklığına deva olur gibi bir esinti sardı vücudumu. Vızıltıya kulak verdim, sokakta durup beni izleyen ve kuvvetle muhtemel bir düş ögesi olan esmer kadına gözlerimi yönelttim. Su yeşili gözleri, gözlerimle bir gün bile geçmeden yeniden buluştuğunda; dudaklarım arasından "Daireyi tutuyorum." cümlesi, olması gereken buymuş gibi döküldü. Gereken gerçekleştiğindendi herhalde, kadın yeniden görüşeceğimizi aklıma aşılaya aşılaya siliniverdi yerinden.

Vızıltı yağmur altında kalmış bir ateş gibi önce hafifleyip sonra izini kaybettirirken, içime dolan güvenle geri döndüm. Emlakçıya baktım.

"Sözleşme için ofise geçelim o halde Lara Hanım," dedi. Bu kez onun gözlerinden de anlam çıkarmaya başlamıştım. Sanki evren, kusursuz bir plandı ve ben yaşamam gereken her şeyi yaşamaya artık başlamıştım. "Emin olun," diye devam etti. "Hiç pişman olmayacaksınız."

"Şimdiden eminsayılırım," diye yanıtladım onu ve Deren'le beraber emlakçının peşine takıldık.Evi tutmuştum, yarın sabahtan Bozcaada yoluna çıkıyordum ve Ege'yle fizikselvedalaşmamı gerçekleştirmiştim –düşünseli biraz zaman alacaktı elbette. Kederiniçime bir matruşka gibi sakladığı başka benleri döküyordum, belliydi. Şikâyetetmedim, karşı koymadım. Tıpkı bir zamanlar Deren'in de söylediği gibi, kendimi akışa bıraktım. Hayat, benimadıma benden daha doğru kararlar alacağa benziyordu.

RUH GÖÇÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin