KISIM 1 - BÖLÜM 9: BAL

11 3 0
                                    


9

Erken çıkılan yollar, bana daima küçüklüğümü hatırlatırdı. Hemen hemen on yaşlarındayken babamın kırmızı cipine eşyalarımızı yükler, bir caz kasetini teybe yerleştirirdik ve kalanı benim için bir rüyaydı. Gezmeyi, görüntüleri deneyimlemeyi hep sevmiştim. İstanbul'dan Bozcaada'ya uzanan o nefis manzaralı yol, çocukluğumdan bu yana pirüpak hatırladığım belki de tek unsurdu. Gel gelelim, bu kez arabayı ben kullandığımdan dikkatle izleyemesem de arada bir yanımdaki manzaraya göz attıkça ikna olmuştum buna. Sabahın yeni doğduğu saatlerden güneşin ilerleyişine şahit olmak, umudun ta kendisiydi.

Bu ilerleyişte güneş, tepedeki yerine yerleşmeye niyetlendiğinde ben de artık Ezine'ye kadar gelmiştim. Aralıksız bu kadar araba kullanmak beni yormuş olsa da harika bir sürücü olduğum söylenemezdi, en azından sağ salim gelebildiğime şükredecektim. Ezine civarında, Bozcaada arabalı vapuruna bineceğim Geyikli beldesine varmadan biraz önce karnımın gurultusuyla artık düzgün bir kahvaltı etmeye karar verdim. Bu civarlarda küçükken geldiğimiz bir yer vardı, bir yerlerden çıkarıyordum orayı ama yoldaki manzaralar kadar net değildi fikri. Altıncı hissime güvenerek sabah yediğim iki parça böreğin artık yetmediğini kabullendim ve o kahvaltıcıyı aramaya başladım. Hatırladığım kadarıyla bir yamaç üzerinde, sanki bir petrol istasyonunun içerisinde yer alan bu yerdeki yamacın öteberisi tamamen ağaçlarla doluydu. Rüzgârı hatırlayabildim, bir de görünen denizin o derin maviliğini. Orada alınan nefeslerin büyüklüğünü, özgürlüğünü. Anılar, bende doğal hüznünü yaratmaya giriştiği vakit bir petrol istasyonunu görür gibi oldum. Dikkatim direkt ona yöneldi. Dönüşü alıp istasyonun içine arabayı park etmeye çalışırken şöyle bir baktım. Çocukluğumun yeri burası değilse dahi, kaldı ki yirmi yıla yakın süre geçmişti zaten, fazlasıyla benzediği ortadaydı.

Arabadan inip Çanakkale'nin güneşini selamladım. Dışarıya atılmış dört beş ahşap iskemle-masa ikilisinden en arkadakine yerleştim. İlk iş bir sigara yaktım. Solumdaki yamaç, bana buranın o yer olduğunu düşündürtse de; içime havayı doldurmayı istediğimde beklediğimi alamadım. Üstüne üstlük öksürdüğümde, suçu sigaraya yıkarak ağaçların ötesindeki denize baktım. Eskisi gibi mavi, eskisi gibi şen dalgalı olmasına rağmen suda bir farklılık olduğu kesindi. Ya çocukluğumdan bu yana burayı çok bir masal haline getirmiştim kafamda, ya da hakikaten bir değişim söz konusuydu. Yanıma yaşlıca bir kadın yaklaşıp Çanakkale şivesiyle "Hoş geldiniz," dediğinde dikkatimi ona yönelttim. Gülümseyerek, "Merhaba, iyi günler," dedim. "Kahvaltı veriyor musunuz bu saatte?"

"Hemen hazırlarız tabii," dedi kadın, Batı Anadolu şivesini böyle katıksız duymayalı uzun zaman olmuştu. Kendimi böylesine aidiyetsiz hissettiğim bir dönemde, bilmem kaçıncı kez bu ağaçlar, bu deniz, bu yabancılar arasında evde hissettim. Belki de ev, ait olmadığın her yerdi.

Kadın atom karınca misali birkaç dakika içerisinde masayı donattıktan sonra, bir elini beyaz tişörtünün üzerine yerleştirip diğeriyle masadakileri işaret etmeye başladı. Teker teker yaptığı reçelleri tanıtırken kabalık etmemek için sözünü bölmedim. Oysaki ben hala bilincimin bir köşesinde bunların tümünü biliyor, tatlarını bile hatırlıyordum. Geniş bir gülümsemeyle yüzümde, "Bir şey sormak istiyorum," dedim. Kadının koca koca gözleri aniden kısıldı, kafasını buyurun, der gibi bir hareketle oynattı.

"Buranın çehresinde bir değişim var gibi geldi bana," dedim. Bir kez daha nefes alıp verdim. Yok, değişen bir şey olduğuna emindim şimdi. "Sanki dolu dolu soluyamıyorum, yıllar öncesi gibi. Havasında, suyunda bir bozulma mı var? Ben mi kendimi inandırdım yoksa?"

"Tabii var," dedi kadın oflayarak. "Mahvoldu Çanakkale'miz. Var tabii."

"Nedir sebebi?" diye sordum, sonra aklıma yanıtlar düşüverdi. Kadınsa, düşüncelerimle eş zamanlı davranarak beni cevapladı.

"Termik santral var bilmem kaç tane. Havamızı, suyumuzu mahvetti, Allah seni inandırsın..."

Doğrusu, termik santralin havayı değiştirme şeklini sadece nefes alarak tespit etmem imkansıza yakın gibi bir şeydi. Buranın yerlisi olsam, muhakkak fark ederdim ama iki-üç nefesle anlayabileceğim bir şey değildi bu. Gizemini çözemediğim bir bağ ile doğaya çekildiğimi hissettim. Gök, yer, denizler... Bir vızıltı eşliğinde çığlıklarını duyar gibi oldum, kafam zonklamaya başlamadan biraz öncesinde kadına "Teşekkürler, haklısınız," dedim. Kafamın içinde termik santralin görüntüleri canlanıp havaya bulaşan dumanlar, ciğerime de dolar gibi hissettirirken kendime iyi gelecek bir şey yaptım. Sıcacık ekmekten bir parça kopardım, bıçağımı kavradım ve bala yöneldim.

Bal. Kafamdaki vız-vız sesleri biraz olsun dinmeye başlıyordu şimdi. Turuncu, ışıltılı, yapışkan sıvıyı ekmeğe sürerken balın yapılma süreci nedense bir düşünce olarak akıl yoluma sızıverdi. Arılar, durmaksızın bal yapardı; nefes almaksızın bal yapmak için uğraşırlardı. Onların hayat amacı buyken, odakları buyken, biz insanlardan belki de temel farkları dış etkenlerle ana amaçlarını ihmal etmemeleriydi. Düşündüm, insan kendi benine bu kadar odaklanabilse hem içine hem dışına büyük değişimleri aşılayabilir; dünyayı da değiştirebilirdi. Beni bulmam gerek, dedim iç sesimle ortaklaşa. Bal yapan bir arı gibi. Aklıma aniden geçmiş yıllarda Mevlevilik ile ilgili okuduğum bir tez geldi: Arı, dervişle birdir. Her nasıl arılar ömürlerini bal yapmaya adıyorsa derviş de hayatını Hakk'ın çevresinde çalışmaya adar. Bu bakımdan arılar ve dervişler özdeştir.

Hak, ilah, Tanrı, ötesi... Dünyanın dört bir yanında herkesin inandığı, tutunduğu bir şeyler vardı ve bu tutunulanlardan kimi din, kimi öğretiler, kimi ise başka bir yöntemle harmanlanmıştı. Önemli olanın daima bir fikre, ya da bir amaca sevgi duymak olduğunu fark ettim –sonunda ne olursa olsun kendini tamir etmeye çıkan bir yoldu bu sevgi. Bugün bilmem kaçıncı kez nefesimi yoğun bir hisle göğsüme taşıdım, çocukluğumun tabiatında tahribi soludum. Bal, damağımda dağılıp hem ağzıma hem de felsefesiyle ruhuma işlerken bir büyük rüzgâr esti; masadaki peçetelerin tümü uçuverdi.

RUH GÖÇÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin