KISIM 2 - BÖLÜM 2: GERÇEKLİK

7 2 0
                                    


2

Alışılmadık bir hassaslıkla uyandığımda, bir yaprağın çıtırtısı kulaklarıma bomba kadar büyük dolmuştu. Vücudum kendi hamurunda yoğruluyordu, sanki içimin suları bir noktada birbirine kavuşuyordu ve göğsümden alnıma açılan yollar vardı. Uyanmak. Yaşamla ilişiğinin kesildiği o sürenin ardından tekrar gerçekliğe bağlanana dek geçen üç dört saniyeyi düşündüm. Henüz hafızanın yüklenmediği, gerçekliği bilmediğin ama soyut dünyada da olmadığın türden bir araftı bu. Hiç kimse olmayı başarabildiğin nadir bir an. Günışığının camdan içeri doluşuyla beraber, hem dün gece yaşananlar aklıma doluverdi hem de beraberinde taptaze hayretini getirdi. Uyandıktan sonra bir süre yatakta yuvarlanan insanlardandım ben ama bu kez işler pek de benim tarzım işlemedi ve yataktan huzursuzluklar içerisinde kendimi bir mermi gibi öne fırlattım.

"Sakin ol." dedi, o bilindik ses. Kafamı kaynağa çevirdiğim an Ozan'ın yüzüyle karşılaştıysam da evde olmamanın güvensizliği tüm bunları nötrledi. Üstelik Ozan kimdi ki? Tamam, çocukluktan bu yana birbirimizi tanıyorduk, ailesi ailemin bir parçası sayılırdı ve tüm bunlar yıllarca görüşmesek dahi kalpten güven duymak için yeterliydi –nitekim nerede yaşadığımı unutmamam gerekti. Günde kaç kadın kocası, çocuğu, arkadaşı, sevgilisi tarafından öldürülüyordu? Kaç kişi güvendiği tarafından yok olmaya sürükleniyordu? İçim dehşetle çalkalanırken, Türkiye'de bir kadınsam kimseye güvenmemem gerektiği gerçeğiyle konforumu yitiriverdim. O an, uykudan önce avucumda beliren kimlikler kadar saf bir şekilde kendimi Ozan'ın aklının içinde bulmadan edemedim. Merak. Her merak ettiğimde bu mu olacaktı? Onun gözlerinden kendimi izleyebilecek, onun aklını okuyabilecek miydim?

Kötü bir niyeti olmadığı belliydi.

Dün yaşananlarınsa hala süregeldiğini, kendimi onun ruhunu paylaşır halde bulduğumda kabullenmiştim ve doğrusu; her ne kadar kalbimden kanla birlikte tüm vücuduma endişeyi pompalasa da artık ilk an kadar korkutmuyordu. Kovan. Yuva. Hitit Tanrısı. Bahar. Bir of çektim, gerçekliğimi geri bulup aklıma dönüş yaptım.

Küçücük bir odanın içindeydik, muhtemelen bir balıkçı kulübesiydi bu. Beyaz, taştan duvarların ince boşlukları arasından içeri dolan deniz sesinden anlamıştım bunu. Bir de koku. Kulübedeki tek pencere kapalı ve perdesi örtülmüşse de, bu havasızlığa karşı koyacak bir asilikte içeri sızmıştı işte tuz. Ofun ardından bir de nefes çektim ciğerlerime, kendimi ana kucağındaymışçasına gevşetmeye odaklandım. Neden buradaydım? Bu soruyu bir hayli sık sormaya başlamıştım. Dün gece olanlardan sonra...

"Bayıldığını hatırlıyorsun," dedi Ozan, aklımın içine sızarak. Ben herkesin aklında gezinirken; herkes de benimkinde gezinebilecek miydi? "Sonra seni buraya alıp getirdim, çünkü," dedi oturduğu iskemleye yerleşirken. Üzerinde bir kapüşonlu ve kot şort vardı. Ellerini şortunun cebine geçirmiş, gözlerini bana dikmiş halde duruyordu. Bacağını sallamaya başladı. Dudağına doğru eğilen bir tutam kahverengi saçı üfledi.

"Çünkü en yakın ve en gizli yer burasıydı."

Yarım ağız bir sırıtış takındı. "Merak ediyorsan hala, hayır, sen izin vermediğin sürece kimse aklına giremez. İzin talep etmeksizin başkalarına dalabilen tek bir kişi var ve o da sensin."

Elimi yüzüme götürüp şakaklarımı ovaladım. "Pencereyi açar mısın?" Ozan, ikiletmeden sırtını yasladığı duvardan doğruldu ve tam da o duvarın üzerindeki pencereyi, önce perdesi olmak üzere açtı. Böylece eylül Bozcaada'sının o serin havası içeri tanıdık bir rüzgarla doluverdi; koku keskinleşti. Şakaklarımın ardından ellerim gözlerime yönelip onları ovuştururken, "İnanması pek kolay işler değil." diye devam ettim.

RUH GÖÇÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin