KISIM 2 - BÖLÜM 4: ZEYTİN AĞACI

7 1 0
                                    


4

Kendimi ne ve kim için ateşe atıyordum? İnsan kendini ateşe atmaya hep böyle meyilli miydi? Belki de mahvettiği her şeyi bir bahane altına sığdırarak meşrulaştırmak içindi bu, ya da tamamen tüm bağlarından kopabilmek içindi. Aklımı, bedenimi, ruhumu; bu günlerde pek de alışkın olmadığı bir halde, bütün olarak uzaklarda bir yerlerde düşledim. Arktika'da. Kalbimin kendi Arktika'sında, buzdan çölünde, hayatsızlığın yüreğinde; herkesten uzakta, bende, bende, bende. Efsaneler, görevler, bunların hepsi bir yanadursun asıl canımı acıtan bu yollardı. Uzun yollar. Sonunda Kırklareli tabelasını göreceğim, sonunda babamı yıllar sonra bulacağım yollar.

Geçmiş, çoktan bitip geçtiyse nasıl gündemimi acıtabilirdi? Emin olamıyordum. Despina Teyze'ye annem ve babam konusunda güvenmeli miydim? Doğrusu, Kovan meseleleri olmasa ve salt aile dostumuz olsa, yine ona güvenirdim ama belki de inanmak istemiyordum. Hayat boyu babamın annem ve benden kaçtığını, günün birinde aniden bizi terk ettiğini ve böylece hayatımızın tamamen değiştiğini daha yeni kabullenmiştim. Geçmiş, çoktan bittiyse dahi günüme olan acılı ağdası yakıyordu belki de. Dönüşümü, değişimi, kalıbına sığamayışı; beni benden alıp gerçek bana götürmesi.

"Su yeşili gözlü kadın," dedim, gözlerim asfalta dikiliyken. Saat, gecenin en kör anlarını yüklenmişti; akşama doğru eşyalarımızı toplayıp Ozan'la adadan çıkmış ve önce Geyikli vapuruna binmiş, oradan da İstanbul güzergahından İğneada'ya ilerlemiştik. Söylediğine göre çok bir yolumuz kalmamıştı, sabahı bulmadan ulaşacaktık ve dürüst olmak gerekirse ben, içten içe her seferinde bir mola vermeyi daha diliyordum. Zorluk üstüne zorluk bulmaya hazır değildim. Kim bilir, belki de geçmiş ve günümle, biraz da geleceğimle ilgili kendime karşı girdiğim şu büyük mukayeseden bir anlığına sıyrılmak için aklımın meraka yenildikleri listesinde başı çeken bir başka maddeyi dillendirmiştim: O. Arılarla birlikte her şeyi başlatan kadın. Beyoğlu'nda, Nişantaşı'nda, Ada'da; bir şekilde her yerde beni bulan ve Kovan işinde nihayet geldiğimi söyleyen, gözleri en derin bakan; en şefkatli dokunan kadın kimdi? Öğrenmek istiyordum. Adı, sanı belli olmasa ve kuvvetle muhtemel akran olsak da; dokunuşu bana evi, beni, anneyi hissettirmeye yetmişti. "Kimdi o? Nereye gitti?"

"Su yeşili mi?" diye sordu Ozan, gözlerini yoldan ayırmadan. Tek araba gitmek için benimkini kullanmıştık ve ne ruhsal ne de fiziksel olarak uzun yol kullanmaya hazır olmadığımdan direksiyonu ona devretmiştim. Ne tür bir maceranın içinde olduğumu belki de hala kestiremediğimden bu yola çıkmıştım. Dedim ya, mahvettiğim her şeyi sığdırabileceğim bir kılıf bulabilmek içindi belki de tüm bunlar. "Şu sürekli seni takip edeni mi soruyorsun?"

"Ta kendisi." dedim, merak içimi kemirirken.

"Deniz." diye yanıtladı Ozan beni ve belki onun da ruhuyla bir yerde bir şekilde kesiştiğimden, hiç garipseyemedim adını. Sanki içimde bir yerlerde biliyordum bunu. Gözümün önünde kavruk teni, elmacık kemikleri, birer değerli taş kadar ışıltılı gözleri ve etli dudakları yeniden belirmeye başladığında asfalt yollar eriyiverdi; yerini şöminede yanan bir ateş alıverdi. Yüzümde ateşin sıcaklığını, ciğerlerimde içeri dolan isi duyumsadım. Ellerimi, çoktan yerleştirmiş olduğum berjerin ahşap kolları üzerinde rahatsız bir dansa kaldırdım. Neredeydim? İşte taş ev, işte kurutucu rüzgâr. Bozcaada. Ayaklanıverdim, sadece denemek için ve oldu; taştan duvarlar arasına sızan her havayı gözeneklerime doldururken evin yeni dekore edilmiş tarihi koridorlarında koştururken etrafı keşfettim. Ceviz mobilyalara, mermer tezgâha değdirdim elimi, oradalardı. Hissediyordum. Kendimi merdivenlere yönelttiğim an köşede, duvarların kesişiminde duran aynadan aksimi gördüğümdeyse şüphelerim sonuç verdi: Deniz'dim. Ben o, o ben, ben herkes, herkes bendi.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Mar 17, 2023 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

RUH GÖÇÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin