XXVII|"Elimi tut ve sakın bırakma."

1.7K 163 164
                                    


Keyifli okumalarr ;**

The weeknd , Die for you

XXVII| "Elimi tut ve sakın bırakma."

Kokteyl,şemsiye süsü...belki de bir havuz kenarı. Santa Barbara esintileri, sonsuz keyif ve  bir avuç kaliteli puro.

Sahte bir hayal.

Benim içinse Daha çok...

Tezahürat. Kan,ter ve bolca gözyaşı. Moraran uzuvlar,kırılan kemikler ve kanayan deri. Kulağında uğuldayan kalp atışların. Uzayan saniyeler,hayatta kalma refleksleri falan filan.

Evet,tüm bunlardı; benim gerçekliğim,tüm çıplaklığı ve azlığıyla  bunlardı işte. Her ne kadar gitmeden önce Minho,kafama kendi siyah şapkasını takıp 'İyi eğlenceler'dese de,her ne kadar Jeongin'le arabada giderken torpido gözünün üzerinde sallanan dinazor oyuncağını izlesem de,her ne kadar pastırma baskılı çorap giysem de eninde sonunda gideceğim yer hiçbir zaman değişmeyecekti. Parmak boğumlarıma artık oturan kan,hiçbir zaman düzelmeyecekti.

Ben,asla düzelemeyecektim.

Belki fazla karamsardım,bilmiyordum. Mekana gelene kadar camdaki aksime arada bir bakmış ve bu kanıya varmam pek de sürmemişti aslında. İçime yapışan ruh halini Belli ediyor olmalıydım. Öyle ki Jeongin'in bana attığı bakışlar da,benim kendime attığım bakışlardan  tamamen farksızdı. Huzursuzdum. Pantolonumun söküğünden çıplak kalan dizlerim üşüyordu. Hava soğuk bile değildi esasında.

Fakat buz tuttuğumu hissediyordum.

Derin bir iç çekmeden edemezken, gülümsemiştim. Bugün,dövüş gecesiydi. Felix'le artık yollarımızın bir daha karşılaşmamak üzere ayrılacağı,

Ve tek başıma ilerlemeye ilk adımımı atacağım gündü.

Kendime hatırlatıp durmuştum. Mekana varana kadar,sürekli bunu düşünmüş ve göz göre göre kalbime biraz daha yük bindirmiştim. Ruhsal bir acıyı aşmıştı artık bu.

Baya baya,içim eziliyormuş gibiydi.

Burnumu çekerken,"Su,"diye mırıldanmıştım ve Jeongin de ,"Torpidoyu aç dostum ."demişti anında.Dediğini yapıp o suyu içerken bile rahatlayamamıştım. Boşluktaydım.

Tam anlamıyla,koca bir boşluktaydım.

Ona söylemiştim. Ona,onu sevdiğimi söylemiştim ve günlerdir hiçbir tepki vermemiş olmasını düşünüp duruyordum. Bana dokunmuştu. Ona dokunmuştum. Rüya gibiydi fakat uyandığımda yalnızca tatlı bir kabus olarak kalmıştı.Öylece bırakmıştı işte ve hiçbir şey demeden gitmişti.

Bana dokunmuştu ve bıraktığı hiçbir izi önemsemeden siktirip gitmişti.

Bu kadardı işte. İki yıllık iletişimimizin sonucu bu kadar boktandı. Minho'ya hiçbir şey anlatmamıştım. Jeongin'e,Jungwaa'ya bile. Unutmak istiyordum çünkü hatırlanmaya değer hiçbir anının kalmaması gerekiyordu. Unutmazsam daha kötü olacaktı. Hangi akla hizmet hala onu düşünüyordum ki? Belki konuşsaydı? Demişti içimden bir ses. Belki konuşsaydı,onun da ne hissettiğini anlar ve düşünmeyi bırakırdın.

Belki de hiç yakınlaşmasaydınız,tüm bunlar olmazdı.

Korkmuştum. Onu bir pişmanlık olarak görmekten korkmuştum fakat içimdeki o aptal ses susmuyordu ve ben,başka bir ağlama atağı daha geçirmek üzereydim. "Hyunjin?"demişti Jeongin. Sesi endişeli çıkmıştı ve çok geçmeden omzumu tuttuğunda kırpıştırdığım gözlerim anında onu bulurken,"Ne düşünüyorsun?"diye sormuştu. Kaçmaya uğraştığım bir soruydu. Çünkü cevabını bilmek istemiyordum artık. Başımdaki şapkayı çıkardım." Birçok şey." Refleksle çıkmıştı ağzımdan. Sonrasında onun sorgular bakışlarını fark ettiğim gibi boğazımı temizleyip irislerimi ondan kaçırmış ve ne zamandan beri durmuş olduğunu bilmediğim arabanın kapı kulpunu tutmuştum. Çıkmak istiyordum. Nefes almaya ihtiyacım vardı.

Reckless - 破壊者 ¦ hyunlixHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin