4.Bölüm: GÜNAH

85 11 10
                                    

4.Bölüm: GÜNAH

***
Ateşe ihtiyaç yoktu. Günahlar yeterdi insanı yakmaya. Vicdan ise parçalardı acımasızca bedendeki her bir hücreyi. Kontrolü ele alamadığında güneşten kopan ateş parçası gibi kavrulurdu ruhun. Kalbinse bu yangının sonucunda altta kalan değersiz bir kül parçası olurdu.

Zorla nefes almaya çalıştı ve bir ayağını buz dolu küvete soktu. Soğuk su bedenindeki sıcaklığı alırken vücudunu tamamen suya bıraktı. Uyuşmaya başlayan dudaklarını araladı. Akciğerlerini zorlayarak havayı içine çekti. Havayla birlikte gözlerini yumarak bedenini aşağı kaydırdı ve kafasını suya daldırdı.

Buz tanecikleri; yanaklarını, dudaklarını, burnunu ve alnını okşarken yavaş yavaş aldığı nefesi geri vermeye başladı. Keskin acı bedenini hareket ettirmediği sürece kendini göstermiyordu. Aksine artık bedenini hissedemiyordu ve rahatlamıştı. Ruhundaki acı azalmaya başlamıştı.

İçindeki havanın bittiğini haber veren zonklayan ciğerleri ile buzlu sudan hızla başını kaldırdı. Sular ve buz parçaları büyük küvetten siyah parlak fayansa taşarken gülümsedi. Bedenindeki keskin sızılar ruhundaki acıyı susturmuştu bir nebze.

Buzlu sudan çıkıp vücut havlusunu bedenine sarıp göğsünün kenarına havlunun ucunu sıkıştırdı. Saç havlusuyla saçını kurularken banyodan çıktı.

Odaya geçip yatağa bıraktı kendini. Ruhu daralan bir insan, hiç bir yere sığamazdı. Nereye giderse gitsin deriden oluşan bu kanlı kafesini de taşıyacaktı üzerinde. Ruhunu tıktığı bu hapishanede daralmaktan başka bir seçeneği yoktu.

Gözlerini kapayıp rahatlamaya çalışsa da başarılı olamayınca oflayarak ayağa kalktı. Havluyla vücudunu kuruladı. İç çamaşırlarını giydikten sonra üstüne karnını biraz açıkta bırakan siyah dar bir tişört ve kot pantolon geçirdi.

Çalışma masasına geçip oturduğunda vakit öğlene geliyordu. Haşin sayılabilecek bir tavırla çekmeceye koyduğu tabancayı çıkardı. Tabanca adama aitti, çatıda adamdan geriye kalan tek şey buydu. Tabancayı almıştı ve nedenini bilmediği bir şekilde onu buraya koymuştu. İçindeki mermilerden birini çıkarıp incelemeye başladı. Kovanı altın rengindeki merminin üzerine siyah italik bir yazı işlenmişti. Latince bir kelime grubuydu işlenen.

Anlamı kalbini tekletecek kadar büyük, harfleri mermiye sığacak kadar küçüktü. Carpe Mortem*. Sözlerin anlamına saygı gösterip eğilmiş harfler odanın zayıf sarı ışığında pırıl pırıl parlıyordu. Adamlarından, mermiyi bozmadan onu kolye haline getirmelerini çoktan istemişti bile. Göğsünde günahını taşımak için... Gerçekten nedenini bilmiyordu ancak o adam etkilendiği nadir insanlardandı.

Boğazı yine iki el tarafından boğuluyormuş gibi hissetti. Yaptığı hatayı düşünmeyi bırakıp sessizce önüne bir kâğıt çıkardı. Kurşun kalemin ucunu açıp karalamaya başladı. Çizerken eli ne yapması gerektiğini bilir gibi hızlıca hareket ediyordu. Ne çizdiğini bile bilmeden kalemini oynatıyordu. Sakinleşmek için uyguladığı taktiklerden en zarif ve güç gerektirmeyeni bu olsa gerekti. Resmetmek...

Birden gözlerinin önüne sert yüz hatları girdi. Sandalyesini ittirerek kalkarken şaşkınca gözlerini kırpıştırdı. Sanki bir hipnozdan yeni çıkmış gibi hissediyordu. Bakışları masaya, çizdiği resme kayınca irkilerek bir adım geriye gitti.

O'nu çizmişti. Simsiyah kapüşonu dudakları ve çenesi dışında her yerini gizliyordu. Çizimi kalbini avuçlamış sıkıyordu sanki. Resimde adamın gözlerinin üzerine düşen gölgenin sakladığı ruhu merak ediyordu. Ama artık öğrenmesi.. imkansızdı.

Ağlayamıyor olması berbattı. Bir an hissedebilse nasıl olacağını düşündü. Ardından bundan çabucak vazgeçti. Uzun süre boyunca duygusuz yaşamaya alıştıktan sonra aksini düşünemiyordu bile.

LAVİNİAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin