Kahvaltıya indiğimde genç hizmetçi tabakları masaya yerleştiriyordu. İsmi sanırım Haden'di. Ona gülümseyerek masadaki yerime oturdum. Sadece iki tabak yerleştirilmişti. Birisi benim içinde ve diğeride?
"Diğer tabak kimin için?" diye sordum.
Genç kız, gideceği sırada duraksadı ve bana döndü. "Bay Hood için, efendim." Başımı olumlu anlamda salladığımda gözden kayboldu. Benim yaşlarımdaydı ve oldukça güzel bir kızdı. Sarı saçları, beline kadar dalğalanıyordu ve mavi gözleri denizi andıracak şekildendi. Bu sıralar neden çok sık şu tip kızlarla karşılaşıyordum? İlk Anna, ve şimdi de bu şu kız.
Anna'yı boş vakitlerimden birinde aramalıydım. Adam gittiğinde benimle kalabileceğini söylemişti. Hem benimde canım sıkılmazdı, fakat o akşamki gördüğüm rüya da neydi öyle? Bacaklarımı birbirine bastırarak, bacak aramdaki sızının geçmesini bekledim. Sadece bir çocuk diye hatırlattım kendime. Üstelik serserinin teki. Ve en önemliside o senin üvey oğlun!
Kendime kızarken yanımdaki sandalyenin çekildiğini hissetim. Calum, dağınık saçları ile bana Tanrıyı anımsattı. İyi uyuduğu için şişen yanakları ve dolğun dudaklarıyla tamamen nefes kesiciydi. Ah, şimdiden küçük bir çocuğu Tanrı ile karşılaştırıyordum. Aferin, bana.
"Günaydın, Amanda" dediğinde ona baktım. Bana hiçbir zaman "günaydın" demezdi. Üstelik adım ağzından ilahi gibi çıkıyordu.
Tabağıma birkaç zeytin alırken, "Günaydın, Calum" dedim. Ama gün aydın falan değildi, çünkü yağmur yağıyor.
Başka bir şey demeden sakin bir şekilde yemeğimizi yedik. Rüyam aklıma geldikçe bacaklarımı birbirine bastırmadan duramıyordum. Yoksa kabus mu demeliydim?
Tabağımdakiler bittiğinde masadan bir şey demeden kalktım ve yukarı çıkarak dişlerimi fırçaladım.
Yağmur yağdığı için bütün gün evdeydim. Of, yüzümü havluyla kuruladığım sırada kapı açıldı. İçeri Calum girdiğinde kaşlarım kendiliğinden çatıldı. En azından kapıyı çalamaz mıydı? Görgüsüz diye geçirdim içimden. Nedeni bilinmez bütün küfürleri ona aralıksız söylemek istiyordum. Okadar çok sinirimi bozuyordu ki ona defalarca tokat atmak istiyordum.
"Ne oldu?" diye sorduğumda hâlâ lavabonun yanındaydım. Kapıyı kapatım buraya doğru gelirken, "Banyo ya gelmem için ne olması lazım?" diye sordu.
Önümde durduğunda benden biraz yüksek olduğu için başımı kaldırdım. 6 yaş büyük olmama rağmen o benden yine de uzundu!
"Bu evdeki tek banyo bu değil" diyerek gözlerimi devirdim. Ama yakınlığımız ona dokunma isteği ile dolduruyordu beni. Kendime gelmem için yüzümü binlerce defa yıkamalıydım.
"Belki de bu banyoyu daha çok seviyorumdur?" diyerek saçma bir şey söylediğinde başımı olumlu anlamda salladım. Onunla daha fazla yakın olmak istemiyordum, çünkü kendimi tutamama olasılığım çok yüksektti.
Baş parmağını çıplak koluma sürttüğünde nefesimi tuttum. Ne yapıyordu böyle? Ne yaptığını pür dikat izlerken aramızdaki olmayan mesafeyi de kapattı. Parmakları şakağımdan dudaklarıma doğru ince bir çizgiyi takip etti. Yine mi saçma kabuslardan birini görüyordum? Gözlerimi sım sıkı kapadım ve tekrar açtım. Hayır, rüya değildi ve canlı bir şekilde parmakları dudaklarımı okşuyordu.
Kalçalarımı lavaboya dayayarak "Ne yapıyorsun?" diye sordum. Onu itirme isteği ile doluyken, ona dokunma isteğim ağır basıyordu. Hepsi şu lanet rüya yüzündendi. Bacaklarımın altındaki sızı çoğaldı. Bana kendini bastırdığında dudaklarımı ısırdım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Step Mom
Fanfiction"Calum sen çok yaramaz bir çocuksun, biliyorsun değil mi?" Kulağına doğru fısıldadığım kelimeler, dudaklarını ısırmasına sebep oldu. "Biliyorum," dedi bedenime elektrik dalgaları salacak bir sesle. "Ve sende bu yaramaz çocuğun az sonra seni çok fena...