Sınır ilk günden dolmuş :O. İnanamıyorum. Çok teşekkürler.
Melezler kendi aralarında dövüşürken kimseye çaktırmadan aradan geçtim. Su birikintisinin üzerinden atladım ve koşmaya başladım. Arkamdaki kılıç sesleri silikleşmeye başladığında yavaşladım. Tehlike geçmişti, ama acaba gözlem kulesi neredeydi? Kule her ne kadar çok alçak olmasada bu kadar ağacın içinde bulmak çok zordu.
Ağaçların arasından ses çıkarmamaya çalışarak geçtim. Orman kocamandı ama ilerledikçe ağaçlar arasındaki mesafeler azalıyordu yani ağaçlar gittikçe sıkılaşıyordu.
Her ağacın arasından geçerken kafamı vurmamaya özen gösteriyordum ama istemeden de olsa kollarım ve bacaklarım ağaca sürünüyordu ve inanılmaz bir acı oluşuyordu. Poseidon'un bana verdiği güçler sayesinde kendimi iyileştirebilirdim ama doğrusu şu ki diğer melezler gibi olmak istiyordum. Yani ancak böyle adalet sağlanabilirdi.
Kolumun kanamaya başladığını hissedince kenardaki göle yaklaştım ve avcuma bir miktar su alıp koluma yavaşça döktüm. Kolumdan mütiş bir ağrı yayıldı, gözümden yaş geldi. Ama su kısa sürede iyi gelmişti ve kolumdaki yarayı geçirmişti.
Ağaçların arasından ayak sesleri gelince hızla kılıcımı elime alıp koşmaya başladım. Şu an istediğim son şey yakalanmak ve birde dövüşmek zorunda kalmaktı.
"Orda biri var!" diye bağrışmaları duydum ve benim yönüme gelen ayak seslerinin sayısı arttı.
"Dövüşürken aradan kaçanlar varmış." dedi arkamdaki seslerden biri nefes nefese.
"Hangi takımdan kaçanlar çoğunlukta? Mavilerden mi kırmızılardan mı?"
Melezler olarak her takımda bulunan kulubeleri saymak zor olduğu için Kırmızılar ve Maviler olarak ayırıyorduk. Ben Kırmızı Takımdaydım.
Kalın gövdeli bir ağaç görünce hemen arkasına sığındım. Her ne kadar zayıf olsam da yaralanmamak için giydiğim zırf o kadar büyüktü ki görünmekten korkar hâle gelmiştim.
"Kırmızılardan, bizi atlatan daha çok var ama Ian kalede ve Kherion izin verdi, rüzgar falan çıkarıp yağmur yağdırabilirmiş. Ani bir olaya karşı olarak yani, durup dururken değil." dedi aynı ses fısıltıyla. Sesini tanımaya çalışıyordum ama aklıma kimse gelmiyordu.
"Anladım. Ama eğer Ian bunu yapabiliyorsa Jessica'da dalga malga çıkaramaz mı? Daha tehlikeli." Bir kız sesiydi ve ses çok tanıdıktı. Düşündüm. Ares kulubesinden Alexandra konuşuyordu.
"Jessica'da kaçmış." dedi diğer ikisinden farklı bir ses.
"Kahretsin." dedi Alexandra. "Kalenin yolunu kontrol edin. Bir aydır her sefer yeniliyoruz, bir yenilgi daha istemiyordum."
Alexandra sarı saçlı ve renkli gözlü sevimli bir kızdı. Daha önce bir kaç kez konuşmuştuk ve yanlış hatırlamıyorsam 17 yaşındaydı.
Ayak sesleri çok yakınıma gelince vücudumu bir adrenalin sardı ve baya bir gürültü çıkararak koştum.
Arkamdan gelen sesler durulunca yürümeye başladım. Ve oradaydı işte; gözlem kulesi tam karşımdaydı.
Bu sefer çok kolay olmuştu. Normalde en az 5 kişiyle savaşmam gerekirdi. Adımlarımı hızlandırdığımda büyük konuştuğumu anladım.
"Bir yere mi gidiyorsun?" dedi Ian sırıtarak.
Sırıttım. "Tam arkanda bana ait olan bir şey var. Onu almaya geldim."
"Cık cık cık. Hiç sanmıyorum." dedi ve kılıcını kaldırıp üstüme atıldı.
Son anda ayağımı geri çekmeyi başardım ve geriye bir adım attım.
Ian dizini bükerek yere düştü ve ayağa kalkıp kılıcı sallamaya başladı. Bir sağa bir sola çevirerek sallıyordu ve bende geri geri yürümek zorunda kalıyordum.
Bende aynı şeyi yapmaya karar verdim. İki kılıcımı da elime aldım ve ikisini de ayrı ellerimde sağa sola yuvarlak çizerek savurmaya başladım. Ne işe yarayacaksa artık.
Tam kendimi hazırlamış ve kılıcımla Ian'a atlayacaktım ki arkadan muazzam bir gürültü koptu. Kılıcımı indirip arkama döndüm.
Kampın bariyerlerinden birisi girmişti.
Kısa bir an Ian'la bakıştık sonra da ikimiz birden o yöne koşmaya başladık.
Olay yerine vardığımızda melezler kalabalık halinde toplanmıştı. Ian'la kalabalığı ayırıp öne geçtik.
Hadi ben kamp lideriyim de Ian napıyo? Aradan kaynıyo benimle.
Yerde siyah saçlı bir oğlan vardı ve yere diz çökmüş, kafasını ovuşturuyordu. Kheiron'da yanında, elini omzuna koymuş sorular soruyordu.
"Bilmiyorum." dedi oğlan. "Hatırlamıyorum. Kafamı vurdum."
"Ailen kim?"diye sordu Ian.
"Annem var. Manhattan'da yaşıyor. Onun dışında babamı tanımıyorum." dedi.
Kheiron'la bakıştık. Çocuğun babası tanrıydı.
"Tamam." dedim. "Yorma kendini. Sana Hermes kulubesinden bir yer ayarlayalım. Sonra da babanı buluruz. Ama öncesinde hakkında bilmen gereken bazı şeyler var."
Kheiron oğlanı ayağa kaldırdı ve "Adın ne?" diye sordu.
Bense cevabı beklemeden Hermes Kulubesinden yer bulmak için yürümeye başlamıştım.
Bölüm geç geldiği için özür dilerim. Bu hafta sınavlarım var yetişemedim.
Kampa gelen kim acaba :P
Bi de hikayeye güzel bir kapak yapabilir misiniz? Ben hiç beceremiyorum da.
Oy ve yorumlarını bekliyorum.
Okuyan herkese çok ama çok teşekkür ederim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Poseidon Kızı
FantasiaGözlerimi açtığımda tanımadığım bir ortamda, sedye gibi ama hasırdan yapılmış bir yatakta yattığımı fark ettim. Kafamı yataktan kaldırdım. Hasır olmasına rağmen yumuşacıktı ve kemiklerimi dinlendirmişti. O an aklımda tek bir düşünce vardı; ben kimdi...