~The Angel Symbol
°
°
°
°Jimin sessizce eve girdi. Sera çizim yaparken yorgunluktan koltukta uyuyakalmış gibi görünüyordu. Sandalyenin üstündeki örtüyü annesinin üstüne örttükten sonra yavaş adımlarla odasına gitti. Sera başını kaldırıp, giden Jimin'in arkasından baktı. Yarın onunla konuşup her şeyi anlatacaktı.
๑๑๑๑๑๑๑
Yüzüne vuran gün ışığıyla uyandı Jimin. Ayağa kalkıp gözlerini ovuşturarak camı açtığında pencerenin kolundaki yeşil lekeler dikkatini çekmişti. Kaşlarını çatarak ellerine baktı. Ellerinin her yanı renk renk boya lekeleriyle kaplıydı.
Yatmadan önce çizim yapmadığından emindi. Etrafta göz gezdirdiğinde önce çalışma masasının üzerindeki dağılmış tebeşirlere baktı, yerdeki boya kalemlerine sonra da halıya sıçramış yağlı ve akrilik boyalara...
Başını kaldırıp odaya baktı. Gördüğü şey ile donup kalmıştı.
Odanın her yerinde şu sebepsizce çizip durduğu sembol, farklı boya ve renklerde, farklı kağıtlara çizilmiş ve yapıştırılmıştı. Bunları kendisi mi yapmıştı?
Çok korkmuştu. Hemen kağıtlardan birkaç tanesini alıp çantasına tıkıştırdı ve çantasını aldığı gibi kapıya yöneldi. Tae'ye mesaj atmıştı bile.
Ceketini giyeceği sırada Sera mutfaktan çıktı, Jimin'i öyle görünce şaşırmıştı.
"Jimin? Iyi misin?"
Jimin annesine belli etmek istemediğinden kısa bir "iyiyim." ile geçiştirmişti ki Sera bununla tatmin olmuşa benzemiyordu.
"Gün boyunca uyudun ve dün gece de geç saatlere kadar eve dönmedin."
Jimin bu konuşmanın gideceği yeri tahmim ediyordu ancak kafası yeterince doluydu. Hem dün gece gördükleri ve az önce olanlar başını ağrıtmıştı.
"Ama şu an evdeyim işte, değil mi?"
Ayakkabılarını giydikten sonra çıkmak için arkasını döndü. Sera Jimin'i evde tutup konuşmak için bir bahane bulmalıydı. Aklına gelen şey ile heyecanla konuştu.
"Gidemezsin. Bir tablo daha sattım ve seninle kutlamak istemiştim."
"Kime sattın, Yine şu gizemli alıcına mı? Hem kim ki o adam?
Annesinin yaptığı tablolar genelde beğenilirdi tabiki birçok alıcısı oluyordu. Ama sürekli bu tabloları alan bir adam vardı. Hepsi olmasa da çoğunluğunun o adamda olduğuna emindi Jimin. Pek umrunda değildi ama soruyordu işte.
"Muhtemelen senin tablolarını sana abayı yaktığı için satın alıyor. Tıpkı Namjoon'la yaptığın gibi onunla da sadece takılacağına eminim."
Biraz sert çıkıştığının farkındaydı ama gitmek istiyordu. Sera kaşlarını çattı.
"Öyle olmadığını biliyorsun."
"Tamam, güzel, ben gidiyorum."
Sera telaşla oturduğu koltuktan kalktı.
"Yo hayır gidemezsin. Hem nereye gidiyorsun ki?Jimin sızlanarak çantasını tek omzuna astı. "Java Jones'a gidiyorum sadece."
Sera tam ağzını açmıştı ki zaten aralık kapıyı aniden açan Taehyung ile ikisi de yerinden sıçradı.
"Ödümü patlattın Taehyung."
Tae elini ensesine atıp kaşıdı.
"Ah özür dilerim bayan Park."
Jimin bu fırsatı değerlendirip kapıya doğru bir adım attı.
"Hadi Tae, gidelim."
Sera hızlıca Jimin'i omuzlarından tutup karşısına aldı. Madem onu tutamıyordu. O zaman burada söyleyecekti.
"Jimin sana söylemek istediğim bir şey var, tamam mı? Beni dinlemen gerekiyor."
Jimin'in artık sabrı taşmıştı konu her neyse sonra söyleyebilirdi. Sertçe nefes vererek kapıdan çıktı. Merdivenlerden inerken Tae'nin 'iyi günler bayan Park' dediğini duymuştu.
Ikisi de gittikten sonra Sera gözlerini kapatarak birkaç saniye bekledi. Sakinleştikten sonra kapıyı kapattı ve mutfağa doğru gidiyordu ki Jimin'in kapısı aralık olan odasını farketti, onu b kadar geren şeyi merak etmişti. Kapıyı açıp içeri girdi. Odanın her yerinde olan Melek sembolleri nde göz gezdirdi, korktuğu şey oluyordu.
๑๑๑๑๑๑๑
"Bak, aniden bundan yüzlerce çizdim ve ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yok."
Bunları söylerken çantasından çıkardığı kağıtları oturdukları kafenin masasına sermekle meşguldü.
Tae endişeli bir ifadeyle Jimin'e baktı."Ah bilemiyorum... Sanırım aklımı kaçırıyorum değil mi?"
"Saçmalama Jimin. Bir açıklaması mutlaka vardır böyle düşünme. Hem bak..."
Jimin, Tae'yi dinlerken ellerini saçlarından geçirdi. Sonra gözü kafenin camına takıldı.
Gittiği klüpteki o adam, altın renkli gözleri mavi tutamların arasından parlarken doğruca kendisine bakıyordu. Yine simsiyah giyinmişti. Geniş yaka tişörtünün açık bıraktığı boynu ve göğsündeki siyah dövmeler görünüyordu. Onu görür görmez tanımıştı.
"Tanrım, bu gerçek olamaz."
Tae cama baktı, ne olduğunu anlamamıştı.
"Ne gerçek olamaz?"
Jimin aynı cümleyi fısıltıyla birkaç kez tekrarlayarak koltukta yavaşça kaydı ve Tae'nin kolunun altına girdi.
"Tamam, işte şimdi beni korkutmaya başladın Jimin."
Tae alaylı bir sesle konuşurken, Jimin Tae'nin kolunun altındaki boşluktan tekrar cama baktı. Gitmiş miydi? Şimdi onu göremiyordu.
Başını Tae'nin göğsüne yaslayarak nefes verdi. Tam o günkü olaylar yüzünden halüsilasyon gördüğünü düşünecekti ki karşı masada onlara bakan altın rengi gözleri görmesiyle bu düşünceden sıyrılıp gözlerini siyahlıdan ayırmadan tuttuğu Tae'nin ceketini sıktı.
"Neye bakıyorsun öyle Jimin. Bir sorun mu var?"
Jimin kulüpteki gördüğünü söylediği olaydan sonra garip davranmaya başlamıştı ve Tae onun için endişeleniyordu.
"Burada bekle"
Jimin hızla koltuktan kalkarak az önce altın gözlü kâtilin çıktığı arka kapıya doğru koştu.
๑๑๑๑๑๑๑
Jimin ve Tae sevgili değiller veya Tae Jimin'e aşık değil bunu belirtmek isterim çünkü izleyenler biliyorlardır filmde Simon Clary'ye aşıktı.
Diğer bölümde görüşürüz. ^^
~Taløn
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölümlü Kadeh | Jikook |
Fantasy| Tamamlandı | ☁ Gizli güçlere sahip bir iblis avcısı olduğunu bilmeden büyüyen Park Jimin, arkadaşı Kim Taehyung ile "Pandemonium" adlı bir gece kulübüne gider ve o akşam işlenen bir cinayete tanık olur. Bu anı gördükten sonra doğaüstü olaylar peşi...