03

4.7K 492 397
                                    


saatlerdir çalan telefon yüzünden gözlerini açtıktan sonra telefonu kulağına dayadı. "alo, minho?" küçük kardeşinin sesini duydugunda boğazını temizleyip konuşmaya başladı. "Felix? sabahın köründe neden beni arıyorsun tatlım?" sesi uykusuz ve boğuk çıkıyordu.

karşı taraftan gelen gülme sesiyle kaşlarını çattı. ne yani, hem onu uyandırıyor hem de utanmadan gülüyor muydu?

"öğlen oldu, minho. ne sabahından bahsediyorsun? gece hızlı mı geçti?" dedi imalı imalı. minho şu an onun yüzündeki sinsi sırıtışı hayal edebiliyordu. "hayır evdeydim, sadece biraz geç yattım."

dün gecenin detayına inmek istemedi. zira felix zaten bunu bilmiyordu. eğer bilseydi, işler minho için biraz zorlaşırdı. küçük kardeşi bedeniyle para kazanmasına ne kadar sıcak bakardı, bilinmez.

"her neyse hayatım, konumuz bu değil. bugün düğün provası var, geliyorsun değil mi?" küçük kardeşinin ondan önce evlenmesi zaten sinirlerini bozarken, inatla her provada minho'yu görmek istemesi çıldırtıcıydı.

"bilemiyorum, bebeğim... bugün biraz yorgun hissediyorum-" diye geçiştirmeye başlayacağı sırada felix onu durdurdu. "boşuna bahanelerini sıralama, minho. buna ne kadar değer verdiğimi biliyorsun, senin de orada olmanı istiyorum." kendini acındırmaya çalıştığı çok belliydi, fakat minho yine ona kıyamadı.

"iyi, tamam. chan orada olacak mı?" dedi kardeşinin eşinden bahsederek. "hayır biz bize olacağız."

derin bir nefes alıp yerinden kalktı. "pekâlâ kahvaltı yaptıktan sonra çıkarım." dedikten sonra kısa bir konuşma yapıp, telefonu kapattılar.

üvey kardeşi, onun için her şeyden daha değerliydi. bunun sebebi yalnızlığına olan ortaklığı da olabilirdi. felix, minho o eve gittiği ilk günden beri her konu da yardımcı olmuştu kedi melezine.

farklılığı, toplum gözüyle 'seks oyuncağı' olması yıllar geçse de umurunda olmamıştı.

işte bu yüzden, minho ona borçluydu.
_____

"bu nasıl?" saatlerdir denediği ellinci takım elbisesiyle karşısına çıkan sarı saçlıya baygın gözlerle baktı. felix ile alışverişe gitmek cidden ölümdü. çünkü o fazlasıyla kararsız biriydi.

"iyi." dedi umursamazca bakıp. "ya lee minho! hepsine aynısını söyledin zaten! bakmıyorsun bile." dudaklarını büzüp, kollarını göğsünde birleştirmiş, küstüğü çok belliydi.

Minho onun hevesini kırmak istemedi. "hayatım zaten gösterdiğin tüm takım elbiseler hemen hemen aynıydı. ama en çok beğendiğim daha demin giydiğin sırtı açık olandı." derken bu işin çabuk bitmesi için dua ediyordu.

büzülen dudakları eski haline geldi sarı saçlının. "ah, neyse, bu böyle olmayacak. biz Chan'le birlikte tekrar gelip hallederiz." minho yer yer yeşil olan saçlarını karıştırırken başını salladı. "bence de böylesi daha uygun."

felix onu onaylayıp üstünü değiştirmek için kabine geri girdi. kendi kıyafetlerini giyip, yanına geldiğinde çalışanlarla vedalaşıp lüks mağzadan çıktılar.

"şimdi ne yapıyoruz?" sahibinin hediye ettiği pahalı marka kabanı üzerine geçirdi. "aç mısın?" dedi telefona bakan sarı saçlıya.

kardeşi sanki onun dediklerini yeni duyuyormuş gibi irkilip telefindan başını kaldırdı. "chan de buradayış, hemen üst katta. bizi yanına çağırıyor." büyük olanın buna karşı çıkacağını bildiğinden, gözlerini büyüterek, "gidelim mi? çok açım." dedi.

minho sinirlense de belli etmedi. Tanrı aşkına, emrivakilerden nefret ediyordu fakat kardeşi bunu sürekli yapmaktan asla çekinmiyordu.

dudaklarını gülümsemeye zorladı. "pekâlâ, gidelim." sarı saçlı heyecanla ellerini birbirine çarpıp gülümsedi.

____

"düğüne geliyorsun değil mi, minho?" diye şakacı tavırla kendisine takılan eski dostuna gülümsedi. "sence chan? kendi kardeşimin düğününe gitmeyecek kadar yabani değilim."

hayır, öyleydi. insanları sevmiyordu ve bu onun değil, insanların suçuydu. eğer kendilerini sevdirselerdi, minho onları severdi.

pekâlâ, yalan söylemeye gerek yok. sevmezdi.

chan kahkaha atarak omuz silkti. "dostum, kesinlikle öylesin. sen kendi lise mezuniyetine gitmeyen insansın." eskileri yâd etmek çekici gelmiyordu şu anlık. hele ki lise zamanlarını.

"liseyi sevmezdim, bilirsin bir çuval ergen." derken elindeki çatalı gelişi güzel salladı. içerisinde beyaz şarap bulunan kadehi dudaklarına götürürken, "tek düşündükleri siklerine uygun dar bir delikti."

masadaki ikili minho'nun her zaman ki açık sözlü hallerini umursamadan güldüler. kızıl olan gülmekten kızaran gözlerini yavaşça sildi. "dostum, cidden değişmiyorsun." minho onun dediğine omuz silkti.

bir kaç sene de en fazla ne kadar değişebilirdi ki zaten?

önündeki yemeği yavaşça yemeye devam etti. sabahın köründe beri yaşadığı koşuşturma karnını acıktırmıştı.

felix ve chan lise yıllarından bu yana sevgiliydiler. minho'nun şaşırdığı nokta da burasıydı. kardeşi bu kas yığınından ne buluyordu, bilmiyordu.

"bir arkadaşım da bizimle yemek yiyecek, sizin için sorun olur mu?" felix sorun olmayacağını söylediğinde gülümsedi.

kendisi yetmezmiş gibi, bir de arkadaşını getiriyordu.

minho yemeğini aceleyle bitirip, kalkmak için an kolluyordu resmen. chan'in arkadaşları da kendisi gibi, yapmacık insanlardı.

tabağına odaklandığı sırada masada ufak bir kargaşa yaşandı. chan ayağa kalkmış, yüzünü göremediği bir adamla selamlaşıyordu.

"hoşgeldin dostum." sarılmayı kesip, birbirlerinden ayrıldıklarında minho onu gördü. "Han Jisung, ortağım. bunlar da nişanlım felix ve kardeşi minho."

minho mavi saçlının gözlerine bakarken diğerlerini duymadı. her zaman görmek istediği adamı, kanlı canlı karşısında gördüğünde elleri titredi. tabi bacakları da.

jisung'un mavi lenslere ev sahipliği yapan bakışlarının altında ezildiğini hissettiğinde, selam dâhi veremeden başını başka yöne çevirip derin bir nefes aldı.

o minho'nun vücudunda yıkım etkisi yaratmıştı. sadece bir bakışıyla.

 lost in the fire • minsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin