17

1.2K 200 193
                                    



minho dün gece yaşadığı saçmalıkların ardından, bir anda apar topar giden arkadaşlarını uğurlayıp yatağına gitmişti.

tabii ki uyuyamamıştı. onun yerine yatakta dönüp, düşüncelerinin içine hapsolmayı tercih etmişti.

yardım almak istiyordu. kızıl saçlı anlamıştı ki, kendi düşünceleriyle bir yere varamayacaktı. o, olaylara objektif değil taraflı bakıyordu ve onun düşünceleri daima jisung'dan yanadı.

jisung'u istiyor, kendisine ne yapacağını umursamadan, yaşayacağı aşağılanmalara rağmen onunla birlikte olmak istiyordu.

derince bir nefes alıp saçlarını karıştırdı. yataktan kalkıp güzelce bir duş aldı ve günlük rutin işlerini halletti.

mutfağındaki ada tezgahta oturmuş kahvaltısını yaparken, aniden aklına gelenlerle izlediği videoyu durdurdu. bilgisayarının yanındaki telefonuna uzanıp, rehberde çıkan ilk isme tıkladım.

"hayatım?" kulağına dolan huzur dolu sesle gülümsedi. "felix..." sesi son derece ağlamaklı çıkmıştı.

her ne kadar insan bedeninde olsa da, o bir kediydi. içgüdüleri, düşünce yapıları bazen bu yönde çatışabiliyordu ve minho'nun ilgiye ihtiyacı vardı. ilgiye ve sevgiye doğası gereği bağımlıydı.

telefonun karşısındaki sarışın endişeyle konuştu. "bir şeyin mi var bebeğim? neden sesin böyle geliyor?" minho ağlamamak için dudaklarını ısırdı. "iyiyim... sadece seni ve annemleri çok özledim. bugün beraber onlara gidebilir miyiz diye soracaktım?"

onun mırıltısı karşı taraftaki sarışını gülümsetti. minho bunu görmese bile hissedebilmişti. "tabii gideriz. ne zaman çıkalım?" minho titreyen içiyle nefes aldı. "kahvaltı yapıyorum, bitince hazırlanıp seni ararım."

felix'den gelen onay mırıltılarını dinledi biraz. "tamam canım. "iyi olduğuna eminsin değil mi?" minho onun göremeyeceğini bilmesine rağmen başıyla onayladı. "evet, iyiyim."

"tamam o zaman. haberleşiriz!"

vedalaşıp telefonu kapattılarında rahatladığını hissetti minho. o kadar uzun zamandır bir şeyleri saklamanın verdiği yük ve aynı zamanda hissettiği huzursuzluk onu günden güne yemişti.

ayrıca tamamen karanlığa gömülmüş bir okyanusta pusulası olmadan ilerliyormuş gibiydi. ne yol gösteren vardı, ne de yoluna ışık tutan.

_______

minho önüne bırakılan çayı sakince içerken, bulunduğu ortamdaki huzur bozucu sessizlik yüzünden derin bir nefes aldı.

"yani sen bu adamla ne yapacağını bilemiyorsun, öyle mi?" diye mırıldandı bayan lee. omzuna dökülen altın sarısı saçları, porseleni andıran ve neredeyse tek bir kırışık bile barındırmayan yüzüyle yaşını asla belli etmeyen bir kadındı.

minho üzerinde hissettiği bakışlarla birlikte konuştu. "evet," sesi o kadar mahçup çıkmıştı ki, sanki asla işlememesi gereken bir suç işlemiş gibi davranıyordu.

bayan lee'nin gözlerinden bir merhamet geçti oğlunun bu mahçup ifadesine karşılık. "dik dur minho." otoriter sesi minho'nun anında sırtını dikeltmesine sebep olmuştu. "gözlerimin içine bak ve cevap ver. bu adama aşık mısın?"

evet öğrenmişlerdi. minho buraya geldikleri an onlarla kısa bir vakit geçirdikten sonra bir konu hakkında fikirlerini almak istediğini söylemişti.

daha sonra ise başından geçen her şeyi, bazı garip ayrıntıları gizleyerek annelerine ve kardeşine anlatmıştı. felix bunu ilk duyduğuda küçük çaplı bir şoka girmişti. ilk duyduğunda büyüyen gözleri, daha sonra yerini kınamaya bırakacak diye ödü kopmuştu minho'nun.

 lost in the fire • minsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin