09

2.8K 341 123
                                    




Minho terleyen ellerini siyah saten gömleğinde gezdirdi. Temiz kıyafetlerinin kirlenmesi umurunda değildi çünkü şuan gerginliği bütün hislerinden daha ön plandaydı.

Düğünler, daha doğrusu insanların onu odağa aldığı her yer minho'yu rahatsız ediyordu. Daha iyi gözükebilmek için çabalamak zorunda kalıyordu ve bu işleri daha da zorlaştırıyordu.

Masada bulunan tanıdık yüzlere baktı. Hepsi lisede gezip eğlendiği eski arkadaşlarıydı. Lise bittikten sonra her arkadaş grubunun kaderi olan ayrılık onlara da vurmuştu tabi. Ara sıra telefonda konuşmak dışında pek fazla birbirleriyle görüşmemişlerdi.

Fakat bugün, kardeşinin düğününde buradalardı.

Minho onları özlemişti. Bunu tüm samimiyetiyle söyleyebilirdi çünkü evindeymiş gibi hissettiren duygu bunu doğruluyordu. Onlara her zaman değer vermişti, sadece büyüdüklerinde yolları ayrılmıştı o kadar.

Liseden bu yana hiç ayrılmadığı arkadaşına baktı. Sarı saçlı yanında oturuyor, masadaki arkadaşlarıyla girdiği koyu bir sohbette fikirlerini belirtiyordu.

Minho sadece bir anlığına eskiye dönmüş gibi hissetti. Eski okullarında bulunan, hep oturdukları banklarda olduğunu hayal etti.

"Neden boş boş gülümsüyorsun?" İrkilip kendisine alayla bakan hyunjin'e döndü. Dudaklarını birbirine bastırıp omuz silkti. "Bilmiyorum...lise aklıma geldi."

Hyunjin gülerek başını salladı. "Keşke büyümeseydik cümlesi fazla klişe ama," dudaklarını ıslatıp masadaki arkadaşlarına baktı. "Keşke büyümeseydik."

Minho da sessizce onu onayladı. Diğerleri ikilinin kendi aralarında konuştuğunu fark ettiklerinde onları sohbete dahil etmeye çalıştılar.

Changbin liseden bu yana sevgilisi olan seungmin'in yanında oturmuş, yüzündeki sert ifadenin aksine yumuşak tonda minho'ya ithafen konuşmuştu.

"Sen nasılsın minho? Neler yaptığından hiç bahsetmiyorsun bize. Hyunjin de olmasa senden haber alamayacağız."

Minho arkadaşının fazlasıyla sitem içeren konuşmasına karşılık utançla anlını kaşıdı. "Sizi ne zaman arasam çalışıyor oluyordunuz."diye mırıldandı.

Changbin kaşlarını kaldırarak sorgular şekilde ona baktı. "Sen de bir daha hiç aramamayı tercih ettin yani?" yanaklarını şişirerek kafasını iki yana salladı. "Neyse. Neler yapıyorsun?"

Minho dudaklarını birbirine bastırıp derin bir nefes aldı. "Anlatılacak bir şey yok aslında... bıraktığınız gibiyim." Değildi. Minho tamamen değişmişti. Sadece bunları böyle özel bir günde anlatarak arkadaşlarının canını sıkmak istemiyordu.

Seungmin şakayla karışık konuştu. "Hala eskisi gibi aylak aylak geziyorsun yani?" Başkası olsa onun bu dediklerine alınabilirdi fakat minho samimi olduğunu bildiği için bunun yerine seungmin'e gülümsedi. "Öyle de denebilir."

Sarı saçlının kaslı kolu omzunu bulduğunda başını ona çevirdi. Bir anda yakınlaşan kafaları yüzünden ikisi de aynı anda kendilerini geriye doğru çekip yüz buruşturdular.

Onların çocuksu halleri masadaki çifti güldürdü. "Hala eskisi gibiler." diyen seungmin'i onayladı changbin. "Hiç büyümüyorlar ki, şunlara bak."

İkili çocuklarının büyüyüşünü izleyen çift gibi onları izlerken, sarı saçlı huysuz ifadesiyle konuştu. "Çocukla çocuk olunuyor işte."

Minho göz devirip ayağıyla masanın altından sarı saçlının bacağına sertçe vurdu. Hyunjin seslice inlediğinde, onların bu hali diğerlerini eğlendiriyordu.

 lost in the fire • minsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin