04

3.9K 434 338
                                    


"bugün neden geç kaldın?" minho onun isteği üzerine giydiği eteği yukarıya doğru çekiştirdi. "evde etek bulmak oldukça zordu." dedi soluk soluğa.

jisung bunu duyduğun da başını onaylar anlamda salladı. yüz ifadesinden yorgun olduğu anlaşılıyordu.

"günün nasıldı?" bir kaç saat önce birlikte, aynı masada yemek yemişlerdi. bu minho'ya şaka gibi gelse de gerçekti.

fakat şanslıydı ki mavi saçlı onu tanımamış, hatta masada onunla ilgilenmemişti bile.

tabi bu, minho'nun sarsılmaz özgüvenini biraz aşağı çekmişti.

"aslında anlatmaya değer bir gün değildi. senin ki nasıl geçti?" minho jisung'un gerçekten bir derdi olduğunu anladı. çünkü o, küçük kedisini kabaca geçiştirecek biri değildi. "bir sorun mu var, jisung?" diye sorma gereği duydu.

ekranın diğer tarafındaki adam zoraki bir şekilde gülümsedi. "hayır, nereden çıktı o?" derken de bunları zorlama söylediği çok belliydi. "bilmiyorum... rahatsız gibisin(?)" dedi soru sorar gibi.

"Bir sorun yok min, gerçekten."

Minho bu gece onun isteksiz olduğunu düşündü. "eğer istemiyorsan - yani..." mavi saçlı araya girdi. "istemediğimi söylediğimi hatırlamıyorum. Kamerayı sabitle ve benim için hazırlan" dedi sabit sesiyle.

minho onun yüzündeki keskin ve derin ifadeyi görünce yutkundu. ellerinin titrediğini hissediyordu.

daha sonra kamera hattı kesildi. Minho'nun bulunduğu kutucuk tamamıyla siyaha döndü.

Minho, kapattığı kamerayla birlikte rahatça yerinden kalktı ve bilgisayarı çalışma masasının üzerine sabitleyip, kamerayı boynundan aşağısı gözükecek şekilde ayarladı.

kamera tekrar açıldığında beyaz gömleği ve altındaki siyah etek gözüküyordu.

"yatağa uzan" dediğini yapıp yatağa uzandı. "bacaklarını iki yana aç- hadi ama min." ekrandaki adamın sabırsız sesine karşılık bacaklarını ayırdı. iç çamaşırı artık tamamıyla ortadaydı.

titreyen elleriyle gözünün önüne gelen saçları geriye doğru ittirdi. "Bacaklarım ardına kadar açık. artık benimle ilgilenir misin?" elleri gibi, sesinin de titremediğine dua etti.

karşı taraftan gelen hışırtılarla başını dik tutmaya zorladı. "iç çamaşırını çıkar, bebeğim." oturduğu koltuğa iyice yaşlanmış, pahalı saatinin bulunduğu kolunu çenesine yaslamıştı.

mavi saçlının sanki bu görüntüden hiç etkilenmemiş gibi otoriter durması minho'nun kasıklarının karıncalanmasına sebep oldu.

onun dediğini yapıp, iç çamaşırını kalçalarından ayırdıktan sonra bacaklarından sıyırdı.

"pekâlâ. şimdi söyle, ne istiyorsun minho?" dudaklarındaki kurnaz gülümseme yerli yerindeydi.

"Araya bir bez parçası girmeden burada yanımda olmanı istiyorum."

Jisung gülerek başını iki yana salladı. "bunun imkansız olduğunu sende benim gibi biliyorsun, min."

Eh, en azından şansını denemişti.

moralinin bozulduğunu belli etmemeye çalıştı. jisung'un keyfini kaçırmak ve orgazm zevkinden mahrum kalmak istemiyordu elbette.

"Kendine dokunmanı ve beni düşünmeni istiyorum, sungie. sence nasıl fikir?" diye sorarken, kabul edip etmeyeceğinden emin değildi.

çünkü jisung, karşısında hiç mastürbasyon yapmamıştı. bunu geçin, penisine elini bile götürmemişti. sadece bazen minho'nun havaya girmesi için onunla oynardı.

ki görünürde penisi utanılacak bir boyutta da değildi. oldukça büyük ve kalındı. Minho için yeterliydi.

o tüm seans boyunca koltuğunda rahat bir konumda oturur, ve minho'yu izlerdi. zevkle, gözlerindeki şevkle minho'ya talimatlar verirdi.

"Bana günah işletmek istiyorsun." dudaklarını ıslatıp başını iki yana salladı. "sen çok fenasın, bebeğim."

bacaklarını indirip, oturur pozisyona geldi Minho. "bu evet demek mi?" öyle olmasını umuyordu. evet demeliydi ki, minho ona en güzel sanal seksini yaşatsın.

"tamam, istediğin gibi olsun. bugün sen beni bitir, benim her zaman yaptığım gibi."

zaferle gülümseyip ekrana yaklaştı. "o zaman küçük seni serbest bırakmaya ne dersin?"

jisung kameraya kararsızca baktı. "yapmalı mıyım?" minho ellerini iki yana açıp, sitemli sesiyle isyan etti. "tabi ki yapmalısın. yoksa ekran karşısında soyunmaktan utanıyor musun?" derken amacı sadece onu gaza getirmekti.

ve amacına ulaştı. jisung kaşlarını çatıp, kemerini hızla açtı. ardından pantolonunun fermuarını indirdi.

penisini o küçük aralıktan çıkarmadan önce minho'ya küçümser bakışlar attı.

"haraketlerin seni sik meraklısı bir sürtük gibi gösteriyor, bebeğim." minho kahkaha atıp ellerini ekrana doğru salladı.

"hayır...tamam belki sadece seninkine." omuz silkti umursamazca.

ne diye saklayacaktı ki? jisung zaten ona deli olduğunu biliyordu.

dudaklarını islatip jisung'un beklenti dolu bakışlarını es geçmeye çalıştı. "Bu gece adımı haykıracaksın, Han jisung."

Jisung'un bunu sadece basit bir ego olarak gördüğü çok belliydi. öyle ki, inanmayan bakışları ve küçümseyici tavrı bunu açıklamaya yeterdi.

"bunu yap, min. eğer dediğini yaparsan, dilimi gerçekten kalçalarında gezdirebilirim."

minho heyecanla dudaklarını ısırdı. "ödülüm bu mu?" mavi saçlı onun dediklerine karşılık sorgular gibi duraksadı.

"beğenmedin mi? hep istediğin gibi, seni gerçekten becereceğimi söylüyorum."

minho doğru anladığı için kendisini tebrik etti. tamam, şu anda tam bir penis meraklısı gibi gözüküyor olabilirdi fakat tanrı aşkına, o Han Jisung'du.

onu kim istemezdi?

"bu bir iddia mı?" diye sorarken de aklından ne geçtiğini bilmiyordu. "dediğin gibi, bu bir iddia. eğer sen kazanırsan, benimle iki hafta sonra arkadaşımın düğününe gelebilirsin. böylece orada isteğini gerçekleştirebiliriz."

söylediklerini sindirmeye çalıştı. bahsettiği düğün, kardeşi ve chan'in düğünü olamazdı değil mi?

olmamalıydı.

minho eğer düğüne onunla giderse -ki bu imkansız denecek kadar zordu- bu onun sonu olurdu.

jisung onu gerçekten tanımıyordu ama o jisung'u görmüştü. bildiği hâlde saklaması mavi saçlı olanı sinirlendirirdi. buna emindi.

ilk defa kaybetmek istedi. "ben kaybedersem?" diye sorarken cezanın çok kötü olmaması için dua etti.

mavi saçlı parmaklarıyla üst dudağını okşarken, küçük kedinin cezasını düşündüğü belliydi.

sonunda aklına birden gelmiş gibi gülümsedi. "ben kazanırsam...bana yüzünü göstereceksin."

 lost in the fire • minsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin