Sıfır

82 1 0
                                    

"Abdal Musa... Abdal Musa..."

Gözlerim aniden açıldığında gördüğüm şey polisistronik bir şekilde üzerine yazılar yazılmış bir masadan başka bir şey değildi.

"Abdal Musa..."

Gözlerim kamaşıyor. Etraf bulanık.

"Ağlar gelir şahım Abdal Musa'ya"

Somadotropik beyaz bir tahtanın önünde kahve kahpesi bir sese sahip şişman bir adam... Ağzım ıslak. Uyuyor olmalıyım.

"Urum Abdalları gelir dost deyü
Eğnimizde aba hırka post deyü
Hasteleri gelir derman isteyü
Sağlar gelir şahım Abdal Musa'ya"

Şiire benziyor ama bulanık. Saçlarım önüme geliyor. Sistematoryum beni olabildiğince yoruyor.

"Pakize! Yine uyuyor musun sen?"

Sesler kesildi. Önümdeki kaotik insan bedenlerine ait gözler bana çevrildi. Bulanık. Sisli. Puslu.

"Sana diyorum, Pakize! Uyansana!"

Aniden ayağa kalkıp çantamı sırtladım, bedenim kontrol edemeyeceğim bir hâldeydi. Ağzım boğazımdan çıkan kelimeleri sıraladı.

"Siz sümsük sümük kullar kendinizi gerçekten ne sanıyorsunuz? Bu ahmak sandalye ve sırdaşı şapşal masada oturup gerçekten fikri mülkiyet hakkı bulunduran sicimlere dönüştüğünüzü mü sanıyorsunuz? Siz var ya, o asetik asitin de onu yudum yudum sindiren Tanrı'nın Fare'lerinin de kölesi olmuşsunuz ama farkında dahi değilsiniz! Siz hiçsiniz! Siz yoksunuz! Ornitorenk boku sarısı yastıklarınıza koyduğunuz o yırtık peçelere benzeyen kafanız sizi olduğunuzdan büyük sanıyor ama yok! Ben sizi biliyorum!"

Bunları söylemeye devam ederken bulunduğum mahpus sıradan ayrıldım. Diğer oligosentrik sıralar arasındaki geçitten sınıfın kapısına doğru ilerledim. Şişman adam benden korkmuş gibiydi.

"Benden korkma! Seni bu kaotik sistemin bir kölesi hâline getiren ve sana şu yırtık sayfaların üzerindeki harf yığınlarını okutan yapışık insanlardan kork. Ben sana bir şey yapmam ama onlar... Bir asetaldehit çözeltisinde kavururlar seni de fark etmezsin! Belki de çoktan bir fritözde kavruldun da haberin yoktur!"

Sınıfın kapısı ardımdan hiddetle kapandı. Bahçeye doğru olanca hızımla koştum. Ayaklarım uzaydan yankılanır gibi bir ses çıkarıyordu.

"Özgürüm ben ucube mahlukatlar! Özgürüm!" diye bağırdım bahçede. Bekçi beni görünce kovaladı ama aldırmadan çitlerin üzerinden atladım, katladım. Çitlerin ardından orta parmak yapıp dil çıkardım.

"Seni dormansi, ucube, akromegali bekçi seni! Sen bana bir şey yapamazsın ama ben yaparım, BEN SENİ HARCARIM!" dedim.

Sonra boş caddede ağır aksak ve bir o kadar da hızlı olmayan bir şekilde ilerlemeye başladım. Bu kemosentez mahalleler bana oldukça ırak ve aynı zamanda Honduras geliyordu.

Az gittim uz gittim. Adeta bikinilerle dolu bir pikniğe yetişmeye çalışan yılışık bir atlete benziyordum. Eve yaklaşırken fiber optik kablo altyapısı oluşturmak için narsist işçilerin yolları kazdığını gördüm. Yanlarına usulca yanaşıp "Kablo. Nedir kablo sizce?" diye sordum. Şaşkın eşek gözleri bana yönelmişti entropik işçilerin. "Bir adam ve kadının yıllar önce birbirlerine bağlı kalmaları için serseri bir büyücü tarafından bulunmuş bir ip parçasıdır. Evet. Budur kablo. Bizi birbirimizden ayırmak için kablosuzluğa sürükler bu sarkık sümsük sistem ama siz... Sizlere müteşekkirim!" diye haykırdım. İşçiler hiçbir şey demeden öylece bakakaldılar. Haklılığımın ignore edildiğinin ispatıydı bu.

Göğün Sıfırıncı Ruhu (+18) [TAMAMLANDI]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin