"Bitirdin mi, Umut?" Ali Hoca'nın sorusu üzerine başımı sallayıp önümdeki kağıdı ona uzattım. Sadece üzerindeki başlığa bir bakış atıp bana döndü, ardından diğer öğrencilerin kağıtlarını toplamaya başladı.
"Evet arkadaşlar, senenin bu zamanlarında bu klubü açtığımızı hepiniz biliyorsunuz. Yazdıklarınızı diğer hocalarla değerlendirip beğendiğimiz yazıyı okul panosuna asacak ve açtığımız internet sitesinde sizin adınıza paylaşacağız." açıklamasını da yaptıktan sonra arkasını dönecekti ki, duraksayıp bana bir bakış attı. "Umut, sen benimle gelip kağıtları düzenlememde yardımcı olabilir misin?"
Bunun bir bahane olduğu açıktı.
Yerimden kalkıp hocanın elindeki kağıtları kucağıma aldım. Üç-beş kişinin zor bulunduğu sınıftan ayrılırken Ali Hocanın söyleyeceklerini bekliyordum. Tahmin ettiğim şeyler olmaması için dua bile edebilirdim.
"Karanlık Zihnin Lekesi..." diyerek dik bir şekilde karşısına baktı Ali Hoca. "Geçen seneden beri aynı şey. Sana bunun uygun olmadığını söylemiştim, Umut."
"Fakat neden?" diyerek anında itiraz ettim. "Geçen seneden beri kendimi geliştirdiğime, hikayede birçok değişikliğe gittiğime şahit olabilirsiniz eğer okursanız. Benim gözümde bu yazı çok yüksek yerlerde."
Hafif sinirli bir şekilde bana döndü. Bu, Ali Hoca'nın karşısındaki öğrenciyi sindirmeye çalıştığı zamanlarda kullandığı ifadesiydi. "Sorun da bu, önemli olan senin gözünden değil, ben ve hocalarının gözünden bakmak. Ve şunu söylemeliyim ki, ben bakınca burada yayımlanabilecek bir yazı görmüyorum."
Aniden yürümeyi bıraktığında ben de ona uymak amaçlı durdum. Merdivenin önüne gelmiştik. Elimdeki kağıtları alırken bilerek benimkini bıraktı. Bu hareketin aynısının daha önce de yapıldığına şahit olmuş ve her seferinde verdiği can sıkıntısının katlanarak arttığını hissetmiştim.
"Ama hocam," gitmeye hazırlanırken tekrar bana baktı ve sıkıldığını belli edercesine kaşlarını kaldırdı. "Önemli olan benim gözüm olmasa böyle bir yazı ortaya çıkmazdı."
Sadece, "Hazırcevap," diyerek yanımdan ayrılıp merdivenleri tırmanmaya başladı. Arkasından bakarken içimdeki sesler istemediğim şekilde konuşmaya başlıyordu: Nasıl görmezden gelebilirlerdi? Nasıl yayımlanamayacağını söyleyebilirlerdi? Bugüne kadar yayımladıkları her yazıyı okumuş, benim yazdıklarımın yanına bile yaklaşamayacaklarını her defasında hissetmiştim. Fakat, günün sonunda gördüğüm bu muamele yüzünden benim beceriksizliğim yüzüme çarpıyordu. Gerçekten bu kadar aptal ve kör müydüm?
Onlar gibi yazmayı denediğim de olmuştu. Ama en son yine kendi kalemime kaymıştım. Nasıl oluyordu da onlar böyle yazmayı becerebiliyorlardı?
"Bugün de mi dersi aksatacaksın?" parlayan ela gözlerini üzerime dikip karşımda durduğunda okulda olduğumu hatırlamamı sağlamıştı. Derince bir nefes alıp merdivenleri tırmanmaya başladım. O da beni takip etti. Gideceğimiz yer aynıydı sonuçta.
"Elindeki ne?" sorusu üzerine elimde sıkıca tuttuğum kağıtlara bir bakış attım. Dün gece bilgisayar ekranına bakmaktan gözlerim ağrımıştı. Emeklerimin bir karşılığı olduğunu söyleyen insanlar şimdi yoktu.
"Saçma sapan bir şey. Müsvedde bile olamaz." sözlerim sebebini anlayamadığım şekilde gülmesini sağlamıştı. Başımı çevirip yüzüne baktığımda aniden kağıtları elimden aldı.
"Özür dilerim, ama okuyabilir miyim?"
"Neden böyle bir şey yaptın?" diye sordum tavrına şaşırarak. Merdivende durmuş, onun cevabını bekliyordum.
"İstesem de vermeyeceğini bildiğim için," dedi. Önüme dönüp merdivenin son basamaklarını da tırmandım. Koridorun ortasında sınıfa doğru yürürken beni arkamdan izliyordu. "Eğer okumamı istemiyorsan geri alabilirsin."
Omuzlarım düşmüştü. İçimdeki sıkıntı, onun bu anlamsız ve çelişkili halini sorgulamayacak kadar büyüktü.
"Hayır, amacın okumanı istediğim için rızamı almak olsaydı baştan öyle davranmazdın." bunun doğru olduğunu nitelercesine sessiz kaldı. Bir daha konuşmadık ve sınıfa girip birlikte oturduğumuz sıraya yerleştik.
***
Ertesi gün, okula gelir gelmez adının Ömer olduğunu öğrendiğim sıra arkadaşımın yazdıklarım hakkındaki fikirlerini sormuştum. Henüz okumadığını söylediğinde, önceki günden içimde kalan sıkıntı kendini yine belli etmişti.
Saçma bir şekilde ümit etmiştim, belki benim düşündüklerimi haklı bulur diye. Fakat yalnızdım, aynı zamanda yazmak hususunda da beceriksizdim. Ancak bundan vazgeçmek için daha çok düşmem, daha çok canımın yanması gerekti. Hissettiğim en kötü duygumda bile yazıya dökerdim kendimi. Beni yazmaktan kurtaracak tek şey, belki de hissizlik olabilirdi.
Kimse okumayacaksa bile devam edecektim. Bundan nefret duysam bile her anımda yanımda olan bir şeydi bu, hiç kolay değildi.
Öğle arasına kadar tarih ve coğrafya derslerini dinlemekten uzak durarak bu tarz düşüncelerin türevlerini kafamda geçirmiştim. Acıktığımı hissettiğimde aynı zamanda iştahımın da olmadığını fark etmiştim. Bu ikilinin yan yana olması tuhaftı, fakat içinde bulunduğum durum tam olarak buydu.
"Umut!" sınıfın içinde yankılanan adımı duyunca başımı sıradan kaldırıp seslenen kişiye baktım. Önceki günlerde tanıştığım Ömür'ü gördüğümde aklıma düşen sorulara engel olamadım: Beni neden arıyordu?
Sıramın önüne kadar gelip yanımda oturan Ömer'e bir bakış attı. Tanışmış gibi duruyorlardı ya da sadece boş bir tahmindi.
"Kusura bakma, öğle aranı alacağım ama seninle konuşabilir miyim?"
"Ne konuşacaksın?" diye sorduğumda güldü ve ellerini sıraya yaslayıp hafifçe öne eğildi. Bu hareketiyle Ömer'e daha çok yaklaşmış oldu, onun bu durumdan hoşnut olduğu pek söylenemezdi.
"Edebiyat kulubünde olduğunu bir arkadaşımdan duydum. Ben de katılmak istiyorum, sence iyi bir kulüp mü?"
"Bu soruyu arkadaşına sorsaydın ya." cevabım üzerine duraksadı. Düşünmeye zaman ayırmak için güldü ve başını iki yana salladı. Ama ona saçma bir bahane üretmesi için zaman tanımadım. "Ne kadar basit yazarsan o kadar ödüllendirileceğin bir kulüp."
Yanımda duran Ömer beklenmedik şekilde güldüğünde, Ömür ile ben şaşkınca ona döndük. Fakat bize aldırmadan gülmeye devam etti.
"Basitliği neden bu kadar yadırgıyorsun ki?" diye sordu aniden. Ona cevap vermedim, ancak bu zamana kadar olmaktan kaçındığım en büyük şeylerden biriydi basitlik. Bunu kendime yakıştırmıyordum. Ama bana yakıştırılmak istenen buydu.
Ömür'e hitap ederek, "Ali Hoca ile konuşursan seni gruba alacaktır." dedim. Anladığını belirtircesine başını salladı. Ellerini sıradan çekti ve gitmek için hazırlandı ama vazgeçip yine bana baktı.
"Okul çıkışında hocayla konuşmak için bana yardım eder misin? Ali Hoca tarafından pek sevilen biri değilim de." cevap vermeden dik bir şekilde ona baktım. Ne demek istediğimi anlamış gibi gergince gülümsedi ve sınıftan ayrıldı.
Uzun zaman sonra benimle ilgilenen biri ortaya çıkmıştı. Fakat bu kadar can sıkıcı olması sabrımı zorlayabilirdi.
Ömer'e dönüp bir bakış attım. Sıranın altında gizlice telefonu ile uğraşıyordu. Geldiği ilk günde sezdiğim gibi tuhaflığı üzerinde taşıyan biriydi. İstemeden onu merak ediyordum. Bu okulda böyle bir merak beslediğim birine daha önce rastlamamıştım.
"Bakmaya devam edecek misin?" alay dolu sorusuna karşı güldüm ve başımı sıraya yasladım.
"Okuma o yazıları, basitliği yadırgarsın sonra."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gözlerini Aç
Teen FictionAçılan sayısız kapılar, kitaplar ve hayatlar vardı. Her birinin köşesinden içine girmek ve her birini deneyimlemek nasıl olurdu? Dikkatli düşünüldüğünde bunun gibi bir isteğin mantık dışı olduğu ve kişiye kötülükten başka bir şey getirmeyeceği açıkt...