Okula erken geldiğim günlerden birini daha sınıfta oturarak geçirmek istemediğim için lavaboya geçip makyaj yapmaya başlamıştım. Bu aralar, canımı sıkan birçok şeye karşı açtığım savaşta yenilmemek üzere çabalıyordum.
Birinin kötü halde olduğuna ilk başta görünüşünden karar verebilirdi. Bu benim için de geçerliydi. Eğer kendimde birçok etkeni normale dökersem kafamı kurcalayan şeylerle daha dayanıklı bir şekilde karşı karşıya gelebilirdim.
Her ne kadar erkenden gelmiş olsam da tek değildim. Benim gibi makyaj yapan başka kızlar da vardı lavabo aynası karşısında. Onlar işlerini hızlıca halledip giderken ben biraz daha yavaş ve özenli yapıyordum.
"Rujunu kullanabilir miyim?" sesinden tanıdığım Zeynep'e göz kalemi çektiğim için bir cevap veremedim. O da beni beklemek yerine çantamdan çıkardığı ruju kullanmaya başladı. Bunu yadırgamadım veya kızmadım. Zeynep'in tarzı biraz da buydu. Eğer biraz onu tanıyorsam, benimle konuşmak istiyor ve bunun için de böyle yollar arıyordu.
Ben işimi bitirip eşyalarımı toplarken o da üstünü başını düzeltti ve bana döndü. "Seninle konuşacaklarım var, dışarıya gelir misin?" cevap vermeme olanak tanımadan lavabodan çıktı. Dik başlı ve buyurgandı.
Çantamı sınıfa bıraktıktan sonra dışarıya çıktım. Havalar yavaştan soğumaya başlıyordu. Mevsimler artık kayıyordu ve sonbaharı neredeyse kış ayında yaşayacaktık.
Bahçenin içinde yürürken banka yerleşmiş Zeynep'in yanına geçip oturdum. Beni şaşırtacak şekilde karton bardakta iki tane kahve almıştı. Gerçekten de onu anlamakta zorlanıyor ve yaptıkları karşısında şaşırıp kalıyordum. Neden böyle davranıyordu? Benimle olan tek derdi sadece Ömür müydü? Bu derdinden bahsederken o kadar gerçekçi davranıyordu ki, bundan şüphe duyacak bir nokta çıkaramıyordum ama bir şeyler de içime sinmiyordu.
"Kahve için teşekkür ederim," elini önemsizmiş gibi salladı ve sırtını bankın tahtalarına yasladı. "Ne konuşacaksın benimle?"
"Belirli bir şey olmak zorunda mı?" hafifçe güldüm. Derdi tek bir şeyi konuşmaktı ancak bu isteğini belirtmekten kaçınarak gizlediğini düşünüyordu.
"Hayır, sınırları belirleyecek sensin. Sonuçta bunu sen istedin." beni doğrular gibi başını salladı. Durgun ve biraz da solgundu. Uykusuz kalmış veya uzun bir süre ağlamış olabilirdi. Her ikisi bir arada bulunuyorsa ciddi sıkıntıları vardı. Bu sıkıntıların ciddiyeti de üzerine epey yansımıştı. Belki de gerçekten düşündüğüm şeyler onun da kafasından geçiyordu.
"Senden hiç hoşlanmıyorum, kızım. Gözüme batmaya başladıkça sinir oluyorum." içini dökmesi için cevap vermeden onu dinledim. Bunun sebeplerini sorgularken bir yandan da kahvemi içiyordum. "Ne gereği var ki? Ben burada böyle konuşunca bir şeyi değiştirmeyeceğim. Ama keşke hiç tanışmasaydın Ömür'le. O bunu anlayacak kadar zeki değil belki, ama senin ondan hoşlanmayacağını ben miyop gözlerimle on metre öteden görüyorum."
"Siz hiç konuşmaz mısınız? Ondan hala hoşlandığını söyle, bir çıkar yol arayın. Bu kadar karaları bağlamak yerine çözüm yolu bulmak emin ol akla en yatkın olanı."
"Hayır," dedi karamsar bir ifadeyle. İçten içe buraya gelmemem gerektiğini yüzüme vuran sese hak verdim. Oturmuş, beni tehdit eden bir kızın derdini dinliyordum.
"Nasıl söyleyebilirim ona her şeyi? Ondan ayrılan bendim. Konuştuktan sonra haklı olarak yaptıklarımı sorgulayacak. Belki de beni hiç affetmeyecek." zilin çalmasıyla özgürlüğüme kavuştum. Zeynep hemen kendini topladı ve ayağa kaktı. "Her neyse, iyi derseler." diyerek yanımdan ayrıldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gözlerini Aç
Teen FictionAçılan sayısız kapılar, kitaplar ve hayatlar vardı. Her birinin köşesinden içine girmek ve her birini deneyimlemek nasıl olurdu? Dikkatli düşünüldüğünde bunun gibi bir isteğin mantık dışı olduğu ve kişiye kötülükten başka bir şey getirmeyeceği açıkt...