Ertesi sabah saat sekizde alarmım çalınca panikle yataktan fırlıyorum. Yemekte ne giyeceğime karar vermedim ki! Bu nasıl bir akıl tutulmasıdır? Sasuke'nin ne planladığı hakkında en ufak bir fikrim yok. Çünkü bana sürpriz yapmak istedi. Rosefont Hill’de pek farklı bir şey yok gerçi ama ne yapacağını merak ediyorum yine de.
Nereye gideceğimizi, ne yapacağımızı bilmediğim için nasıl bir giysi uygun olur onu da bilmiyorum. Güzel bir elbise giyip şıkır şıkır mı olsam? Yoksa dar kotum ve botlarımı giyip bir maceraya hazırlıklı mı olsam? Çiçekli, renkli elbiseleri elime alıp fazla abartılı olur diye bırakıyorum. Her çeşit ve desen giysi ben şaşkın şaşkın aranırken ortalığa saçılıyor.
Dolabımdaki her şeyi en az üç kere giyip çıkardıktan sonra farkına varıyorum ki Sasuke beni sadece unlu önlüğümle gördü. Bu demektir ki ne giyersem giyeyim farklı görüneceğim ona. Sonuç olarak kotum ve botlarımda karar kılıyorum. Üzerine de şirin, pembe bir bluz seçiyorum biraz şık olsun diye. Böyle daha rahat hissedeceğim. Sürekli etek düzeltip çorap çekiştirmekten iyidir.
Duştan sonra saçlarımı kurutup şekil veriyorum, kaşlarımı alıp düzeltiyorum, biraz da makyaj yapıyorum. Biraz fondöten, allık ve rimel fena olmuyor.
Makyajım bitince birden başım dönmeye başlıyor, başımı ellerimin arasına alıp klozete oturuyorum. Sinirlerimin gerilmeye başladığının farkındayım, derin derin nefes almaya çalışıyorum. Kendime gelmeye başladığımda banyonun kapısı tıklanıyor.
“İyi misin Sakura?” diye soruyor annem.
“Evet...” diyerek kalkıp kapıyı açıyorum. Gülümsüyorum ona. “Çok güzel görünüyorsun.”
“Sağ ol.” diyorum dudağımı ısırarak.
“Aaa hayır! Şu surata bak!” diyor eliyle burnumu sıkarak.
“Biraz gerginim de...”
“Gerilecek bir şey yok. Bu sadece bir buluşma.”
“Biliyorum...”
“İyi o zaman git ve eğlen.” diyor beni koluyla dürterek. Aynaya son bir kez bakıp annemi öpüyorum. Odamdan çantamı ve paltomu alıp kapıya yöneliyorum.
***
High Sokak’a çıkan yolu dönünce bakıyorum Sasuke dükkânın önünde bekliyor. Elleri arkasında, omzunda mor sırt çantası ve suratında kocaman bir gülümseme var. Muhteşem görünüyor. Onun da rahat giysiler giydiğini görünce seviniyorum. Soluk kotu, turuncu kapşonlu, beyaz fermuarlı tişörtü var üzerinde. Tuhaf ama ayağında da siyah plastik çizmeler var.
Yanına gelince eğilip yanağımdan öpüyor. Yine içim kıpır kıpır oluyor.
“Güzel görünüyorsun.” diye fısıldıyor kulağıma. Gülümsüyorum karşılık olarak, biraz geriliyorum, yanaklarım pembeleşiyor.
“Pekâlâ.” diyor daha bir emreder tonda. “Bunlar senin.” Bana arkasında sakladığı pembe mavi çiçekli plastik çizmeleri uzatıyor. “Ne için bunlar?” diye soruyorum gülerek botları elinden alırken.
“Şimdi, biliyorum son zamanlarda pek yağmur yağmıyor ama yine de hazırlıklı olmak gerek. Dizlerimize kadar çamurlara gömülmeyi istemeyiz değil mi? İçlerine çorap da koydum.” Afallamış bir halde bakıyorum yüzüne. Böyle bir şeyi hiç beklemiyordum doğrusu. “Kadınlara ilk buluşmada çiçek, hatta çikolata verildiğini duymuştum ama plastik çizme! Yok artık!”
“Çiçekleri önceden verdim.” diyor kaşlarını kaldırarak. “Haydi bakalım. Giy şunları.”
“Bir saniye, sen benim ayak numaramı nereden biliyorsun?” Şüpheli gözlerle süzüyorum onu. “Sen beni mi izliyorsun?”