✴️25 ✴️

78 7 1
                                    

Siyah. Tsunade'nin cenaze töreninin olduğu gün aynaya baktığımda gördüğüm tek şey siyah. Siyah, siyah, siyah. Siyah elbise, siyah ayakkabılar, siyah çoraplar, siyah palto ve Tsunade'nin sevdiği tarz yaptığım saçıma taktığım siyah kurdele.

Ama karanlığı yansıtan sadece giysilerim değil. Her şey. Uykusuzluktan gözaltlarımda oluşan siyahlık ve tüm benliğimi saran o boğucu kasvet de kapkaranlık.

"Hazır mısın güzelim?" diye soruyor annem kapımı çalarak.

"Evet." diyorum paltomun düğmesini iliklemeye çalışırken. "Kimselerle karşılaşmayı istemiyorum anne. Onunla vedalaşmak istiyorum ama..." boğazıma bir şey düğümleniyor, susuyorum.

"Endişelenme canım." diyor, içeriye girip paltomu o ilikliyor, elimi eline alıyor.

Köydeki herkes kilisede ve Tsunade'yi karşılamak üzere Tepe Kafe'de toplanacak. Kafedeki toplantıyı oğlu ve Tsunade'nin çevre derneğinden ortak arkadaşları organize etti. Oranın sahibi artık ben olduğum için iznim gerekiyor. Aslında çok güzel bir fikir, Tsunade'nin hoşuna giderdi ama orada bulunmaya Tsunade olmadan nasıl katlanacağımı bilemiyorum.

"Bu kadarı çok fazla anne."

"Biliyorum." diyor, beni kendine doğru çekip sarılıyor.

"İstersen kiliseye gidip herkes oturana kadar dışarıda bekleriz. Bitmeden önce de çıkarız, olur mu?"

Evet anlamında başımı sallıyorum. Bugün hiç kimseyle karşı karşıya gelmek istemiyorum.

Kilisede en arka sırada oturduğumuz için Tsunade'nin tabutu getirildiğinde ilk gören biz oluyoruz.

Yüreğim burkuluyor.

O anda yıkıcı gerçekle yüz yüze geliyorum.

Tsunade o tabutun içinde.

O gitti.

Onu bir daha asla göremeyeceğim.

Törende olup bitenler benim için tamamen bulanık, çünkü aklım sorularla ve düşüncelerle dolu. Neden? Neden şimdi? Karşısına çıkan herkese faydası dokunan bir insandı o. Böyle yavaş ve acı içinde bir ölümü hak edecek ne yaptı?

Bir süre sonra annem bana doğru eğilip insanların bizi durdurmasını istemiyorsak hemen çıkmamız gerektiğini söylüyor. Başımı sallıyorum, kilisenin tahta kapısından çıkıyoruz.

Tek bir kelime etmeden kendi düşüncelerimizle baş başa eve doğru yürüyoruz.

***

Eve gelince Colin'i bahçede buluyoruz, bir çukurun içerisine koyduğu tahtaları yakıyor. Ne olduğunu anlamadan yanına gidiyoruz.

"Colin?" diyor annem.

"Ah!" diyor, şaşırıyor bizi görünce. "Çabuk döndünüz."

"Ne yapıyorsun?" diyor annem ateşi işaret ederek.

"Eee..." Önce ateşe, sonra da bize bakıyor biraz mahcup. "Karım öldüğünde çocuklarımın onunla nasıl vedalaşması gerektiğini bilemedim. Hissettiklerini söylemelerini istiyordum ama cenazeye gitmenin onlar için çok zor olacağını düşünüyordum." Duraksıyor, eline bir çubuk alarak ateşi canlandırıyor. "Ben de bahçede bir ateş yaktım, hepimiz etrafına oturduk ve çocuklarım anneleri hakkında konuştular. Onu muhteşem bir kadın yapan küçücük şeylerden bahsettiler. İyi şeyleri hatırlamalarını istiyordum. Sonra ona mektuplar yazıp yüksek sesle okuduk ve ateşe attık. Mektuplar yanarken çıkan duman sözcükleri onun yanına, cennete kadar götürdü. Ben... Ben bunu Tsunade için de yapabiliriz diye düşündüm."

✴️YILDIZ✴️Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin