Bölüm 18 Part 2

2 2 0
                                    

"Hikayemin başarı kazanması ve neticesinde basılması için lütfen oy verip yorumlar atarak destek olun. Seviliyorsunuz. İyi okumalar." 

Otele girdiklerinde saat gece yarısını vurmuştu. "İşte geldik otelimize," diyen Rüzgar'ın gözünden uyku akıyordu adeta. 8 saate yakın araba kullanıyorlardı ve bu hepsini oldukça yormuştu. Özellikle yolculuk boyunca bir türlü rahat durmayan Ege, derhal bir yatağa uzanıp günlerce kalkmak istemiyordu.

"Ev kiralasaydın ya," dedi Ege etrafındaki yakışıklı Rus ve Alman erkeklerine göz gezdirerek. Sanki hepsinin gözü Miray'ın üzerindeydi ki bu durum Ege'nin canını fazlasıyla sıkmıştı.

"Mızmızlanmayalım, çünkü... Ada'cığım devamını getirir misin?"

"Şu an çekemem," diyerek Rüzgar'a doğru göz devirdi Ada. Bu cümle bu grupta en çok Ada'ya yakışırdı.

"Hadi oyalanmayın odalara çıkalım. Daha uyuyacağım." Rüzgar çok da ağır olmayan valizleri eline alarak resepsiyona doğru yürüdü anahtarları almak için.

"Ben Miray'la aynı odada falan kalmam yalnız," diyerek kollarını önünde birleştirdi Ada bütün umursamazlığıyla. Ege, Miray'ın üzüldüğünü bizzat kalbinde hissetmişti. Onu böylesine dışlamasına katlanamıyordu. Belki Miray umursamıyordu ama Ege'nin canını sıkıyordu bu durum. Kardeşini tanımasa sadece Miray'a karşı böyle diyecekti ama o Ada'ydı. O Kelebekler hariç herkese böyle davranırdı. Miray'a biraz daha çok gıcık olmasının iki sebebi vardı. Birisi kardeşinin ondan hoşlanması ki İkizler birbirlerini hep kıskanırdı, diğer sebebi ise şantaj yaparak Kelebekler'in içine girmesiydi. Ada için bu iki neden gayet yeterliydi ama Ege için ikisinin de mantıklı birer açıklaması vardı.

"Herkese ayrı oda. İtirazı olan?"

 İtirazı olan?"

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

1 Ağustos 2017

O yorucu günün ardından rahat yataklarında güzel bir uyku çeken Kelebekler'i güzel bir gün bekliyordu. Sabahın ilk saatlerinde ayaklanan İkizler, diğerlerini uyandırmadan sahile giderek Dünyanın en büyük kumdan kalesini yapmak için çalışmalara başlamışlardı. Arada yükselen dalgalar işlerini bozsa da yılmadan saatlerce uğraşarak büyük bir kale elde etmişlerdi. Belki en büyük değildi fakat herkesin ilgisini çekecek kadar büyük bir kaleydi.

Güneş iyice tepeye çıktıktan sonra sıcaktan rahatsız olan Ege, Miray'la vakit geçirmek için sahilden ayrıldı. Ada ise boş bulduğu bir şezlonga uzanarak müzik dinliyordu. Arada uykuya dalsa da çocukların ve bazı 'densiz' insanların çıkardığı seslere çabucak uyanıyordu. Bir süre sonra uyumaya çalışmaktan sıkılan Ada doğrularak yanında getirdiği kitabı okumaya başladı. En güzel böyle vakit geçirebilirdi. Sayfalar akıp giderken zamanı da beraberinde götürdüğünü fark etmemişti bile.

"Oturabilir miyim?" diye bir ses duydu Ada. Kitaptan gözünü kaldırıp sağına baktığında kumral saçlı, uzun boylu ve yanağındaki gamzesini göstermekten çekinmeyen bir çocukla karşılaştı. Büyük ihtimalle kendisinden büyüktü. Kendisine güler bir yüzle bakarak yanındaki şezlongu gösteriyordu işaret parmağıyla.

"Otelde bana tek bir oda verdiler. Her şeyden yararlanabilirim ama yalnızca kişisel olarak. Yani açık büfede bir kişinin yiyebileceği kadar yemek alabilirim ya da yalnızca tek bir şezlongu işgal edebilirim. Burada olduğuna göre sen de aynı haklara sahipsin ve sen de yalnızca tek bir şezlongu işgal edebilirsin ve bu şezlongun hangi şezlong olduğu umurumda değil. Kısacası, ne yaparsan yap," dedi ve kitabına geri döndü.

"Vov," dedi genç çocuk, ne diyeceğini bilemeden yavaşça şezlonga oturdu. "Böyle bir cevap beklemiyordum."

"Ben bu tepkiyi bekliyordum ama. Şimdi beni rahat bırak, kitap okuyorum." Sayfadan gözünü bile ayırmamıştı. O an yanına Dünyanın en yakışıklı çocuğu bile gelse umurunda olmazdı Ada'nın. Çünkü kitap okuyordu.

"Ne okuyorsun?" diye sorarak hafif eğildi çocuk, kitabın ismini görebilmek için. "Biliyorum bu kitabı. John Green'in son kitabı ama genelde Türk yazarlardan okuduğum için bakamadım hala. Eminim güzeldir ama."

"Kitabın güzel olup olmadığını anlamam için okumam lazım değil mi?" diyerek gözlerini çocuğa çevirdi Ada sakinliğini korumaya çalışarak. "Bunu için de beni rahat bırakman gerek. Ayrıca," yeniden gözlerini kitaba çevirdi. "Başkalarında işe yarıyor mu yaramıyor mu bilmiyorum ama beni böyle etkileyemezsin. Nasıl etkilersin beni biliyor musun?"

"Sen etkilemek istediğimi nereden..."

"Son defa soruyorum. Bilmek ister misin?"

"Evet, istiyorum."

Yanındaki ayracı olduğu sayfanın arasına yerleştirdi ve kitabı kapatarak yeniden daha ismini bile bilmediği çocuğun kahverengi gözlerine baktı. "Bana cesaretini göster. Bana ne kadar cesur bir insan olduğunu gösterirsen beni o kadar çok etkilersin işte. Cesaretten kastım git yamaç paraşütü yap ve havadayken "Seni seviyorum Ada!" diye bağırmak gibi şeyler değil. Sadece üç kelime. Bana cesaretini göster. Tamam mı?"

Bir süre Ada'nın dediklerini düşündü çocuk. Belki de söyleyecek uygun kelimeleri arıyordu ama bu güzel kız öylece, gözlerini bile kıpırdatmadan kendisine bakınca bu oldukça zor oluyordu. "Semih ben," dedi sonunda, yeniden gamzelerini ortaya çıkartıp elini uzatarak.

"Adımı az önce söyledim. Dikkatli dinlediysen duymuşsundur. Kendine iyi bak ya da bakma umurumda değil," diyerek ayağa kalktı ve öylece uzaklaştı oradan. Elini bile sıkmamıştı Semih'in.

Semih, havadaki elini indirerek gülümsemesini daha da belirgin hale getirdi. Yüzünde gerçek bir gülümseme vardı. Öylece Ada'nın arkasından bakarken oluşan gerçek bir gülümseme. Bu kız her kimse kesinlikle onun hayatının bir parçası olmalıydı.

"Göreceksin," diye bağırdı kızın arkasından. Sahildeki başka insanların ona bakmasını aldırmadan. "Sana ne kadar cesur olduğumu göstereceğim." Birkaç saniye bekledi öylece ve kız hala duyacağı kadar uzaktayken son kez bağırdı arkasından. "Ada."

Kelebeğin DoğuşuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin