"Hikayemin başarı kazanması ve neticesinde basılması için lütfen oy verip yorumlar atarak destek olun. Seviliyorsunuz. İyi okumalar."
3 Ağustos 2017
"Kenan sen hazır mısın?" diye sordu Ege. Kulakları telefonun diğer ucundaki Kenan'da, gözleri ise lüks evin bahçesinde kahvaltısını yapan Muhittin'deydi. Etrafında bir sürü adamı dikilmiş, etraftan gelecek bir tehlikeye karşı Muhittin'i koruyorlardı.
"Benden yana bir sorun yok. Siz işaret verdiğiniz an göndereceğim benimkileri."
"Tamam ama bizden işaret almadıkça sakın gönderme başımızı yakarsın."
"Lan tamam, siz işaret verince göndereceğim dedim ya."
"Hadi o zaman kapatıyorum."
Telefonu kapatan Ege adımlarını hızlandırarak evin duvarından zıpladı ve içeri attı kendini. Korumaların hepsi Muhittin'in etrafında olduğundan kendini bahçeye rahatça atabilmişti.
Üzerindeki tozları silkeleyerek beyaz tişörtünün kirlenmesine aldırmamaya çalıştı. Başak burcuydu o. Titiz bir insandı. Bunun aksine hayatı tozun toprağın içinde geçiyordu. Hayat onu hep sınıyordu.
"Abi," diyerek dikkati aniden üzerine çekti Ege. Rol gereği hafif aksayarak yürüyordu. Yüzündeki halsizlik ifadesini kendisine çoktan silah doğrultmuş adamlara göstermekten çekinmiyordu bile.
Masasında oturmuş yemeğini yerken aniden gelen yabancı adamın bu ziyafeti bölmesine sinirlenen Muhittin kaşlarını çatarak Ege'ye baktı. Etrafındaki bütün siyahlar yeni gelen bu tehdide silahlarıyla karşılık vermiş, Muhittin'den bir emir bekliyorlardı.
"Abiler," dedi Ege, kendisine silah çeken adamlara bakarak. "4 gündür açım, gönlünüzden ne koparsa verir misiniz? Valla çok büyük sevap işlersiniz söyleyeyim."
"Kim aldı lan bunu içeri?" diyerek kendisine doğru koşan korumalara baktı sinirle Muhittin. Kapıda bekleyen iki korumayı öylece geçecek kadar güçlü birisi değildi karşısındaki adam. Üstelik günlerdir açtı. "Nasıl girdi ulan bu herif içeri?" Elini sertçe masaya vurarak ayaklandı Muhittin. "Nasıl koruyorsunuz ulan siz evi? Adam elini kolunu sallaya sallaya yanıma geliyor. Çabuk yakalayın şunu!"
Silah tutan siyahlardan bir kaçı silahlarını yerlerine yerleştirerek Ege'yi yakaladılar. Bunu yaparken hiç zorlanmamışlardı bile. Ege korku dolu gözlerle kendisini tutan adamlara bakarken kaçmak için uğraşmaya fırsatı bile olmamıştı.
"Abi," dedi kollarından tutan adamlardan kurtulmaya çalışırken, "ne yapıyorsunuz? Abi valla bir şey yapmadım ben, sadece bir dilim ekmek istiyorum. Ne olur bırakın beni."
Muhittin Ege'nin yanına doğru yürüyerek karşısına geçti ve eliyle ensesine vurdu. Yüzünde hem sinir hem gülümseme vardı. "Söyle bakalım çocuk, kimsin sen?"
"Abi sen beni nereden bileceksin? Zavallının tekiyim ben." Konuşması o kadar hızlı ve endişeliydi ki neredeyse inanacaktı Muhittin ona. "Ziyafeti görünce gözüm döndü abi. Zaten kaç gündür ağzıma tek lokma yemek girmedi. Birkaç parça yemek verirsiniz diye geldim. Vallahi kötü bir niyetim yok"
"Kes lan palavrayı köpek! Kimin adamısın onu söyle," dedi Muhittin adeta ağzından tükürükler saça saça. Ağzının o kötü kokusunu burnunun derinlerinde hisseden Ege'nin midesi bulanmıştı.
"Abi ne adamı? Kim beni adamı diye yanına alır? Şu halime bir bak, açlıktan öldüm öleceğim."
Muhittin Ege'ye şöyle bir baktıktan sonra yanındaki adamlara dönerek "götürün ulan bunu içeri," dedi ve yeniden sandalyesine oturdu. Yabancı çocuğun açlığı, çaresizliği umurunda değildi o an. Muhittin'in tek istediği önündeki güzel yemekleri yiyebilmekti o an. O nedenle Ege'nin 'bırakın beni' demesine aldırmadı bile. Zayıf çocuk yaka paça villanın içine götürülürken o sadece çayını yudumladı.
![](https://img.wattpad.com/cover/272986121-288-k240399.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kelebeğin Doğuşu
Novela JuvenilBaban ile savaşa girersen, bir kazanan olur mu? Rüzgar'ın hayatı, öngörülemeyen bir ateş çemberinden bozma, akıp gidiyordur. Hayatının bir köşesinde sevdikleri, diğer köşesinde ise mafyalar vardır. Kendilerine Kelebekler dedikleri 3 kişilik gruplar...