Bölüm 25 Part 2

3 1 0
                                    

"Hikayemin başarı kazanması ve neticesinde basılması için lütfen oy verip yorumlar atarak destek olun. Seviliyorsunuz. İyi okumalar." 

Saatler geçti. Belki de aylar, bilemiyordu Ege. Zaman ona sonsuz gibi geliyordu. Miray'sız zaman geçmek bilmiyordu sanki. O olmadan önce nasıl yaşadığını, nasıl nefes aldığını düşünüyordu ve anlam veremiyordu. İnsan, nefes alma nedenini keşfettikten sonra anlıyordu her bir nefesin değerini ve onu kaybettikten sonra fark ediyordu onsuz aldığı nefeslerin hiçbir değerinin olmadığını.

Bir süre öylece oturdu grup. Hiçbir şey yapmadan. Hayatlarına sadece 2 ay giren kızın onlarda neleri değiştirdiğini üçü de yeni fark ediyordu adeta. Hepsinin gözü aynı yerdeydi. Miray'ın boş koltuğunda. Sarı renkli pelüş koltuk.

Kelebekler uzun zamandır beraberlerdi. O kadar uzun zamandır beraberlerdi ki artık birbirlerini göremez olmuşlardı. Bu şuna benziyordu. Uzun süre bir kokuyu koklarsan artık onu hissedemezsin ya da uzun süre bir kelimeyi tekrarlarsan artık senin için anlamsız gelir. Aynı böyleydi. Birbirlerinin içindeki sevgiye, dostluğa, heyecana, bağlılığa o kadar çok maruz kalmışlardı ki artık bunu göremez olmuşlardı, seçemez olmuşlardı. Miray bunu öğretmişti onlara. İçlerindeki o hayat enerjisini, yaşama nedenlerini onlara bir kez daha hatırlatmıştı. İçlerindeki mutluluğun hala oralarda bir yerlerde olduğunu göstermişti. Miray, o küçük, masum, sevilmemiş kız. Artık koltuğu boş olan kız.

Bir süre daha öylece oturduktan sonra artık gitmesi gerektiğini düşündü Rüzgar. Ege'yi yalnız bırakmalıydı. Onlar genelde kendi acılarını kendi içlerinde yaşarlardı. Tek fark Ada ağlamazdı, Ege ise ağlardı.

Rüzgar'ın eve gitmesi ile Ada da tekrardan bilgisayarının başına döndü. Kimseden pek ses çıkmıyordu. İçlerinde oluşan boşluğu doldurmaya çalışıyorlardı sessizlikle. Ada bloglarını yazıyordu. Ege ise bahçeye çıkmıştı. Salıncaklı koltuklarına oturmuş, hafif hareketlerle sallanarak ağaçları seyrediyordu. Gözleri yaşlıydı. O gün, gün boyunca yaşlıydı. Esen hafif rüzgâr göz altlarının üşümesine sebep oluyordu. Umursamıyordu ama. Öylece ağaç yapraklarının sallanmasını izliyordu. Kendisi gibi sallanmalarını. Usul usul... yavaşça...

İçten içe kendini o kadar suçluyordu ki. Sevdiği kız öylece gitmişti. O az kalsın veda etmeye bile çıkmayacaktı. Sevdiği kız gitmişti ve o bunu engelleyememişti. Sevdiği kız gitmişti ve o, ona, onu sevdiğini bile söyleyememişti. Bu ona daha önce olmamıştı. Daha önce gönül işlerinde kendisini bu kadar güçsüz hissetmemişti. Sevgilisi olmuştu daha önce ama bu kadar korkak olmamıştı. Çok garipti. İnsanlar büyüdükçe cesurlaşırdı ama Miray ona bir şey yapmıştı adeta. O, hislerini anlatmaya cesaret bulamıyordu karşısında.

Dakikalar kendini saatlere bıraktı. Güneş batmıştı, geride sadece ışığı kalmıştı. Ege yerinden bile kıpırdamamıştı. Sadece arada telefonuna bakıyordu. Belki Miray arar diye. Yakın mesafe bitmiş olsa da arar diye.

Bazen hıçkırarak ağlıyor, bazen ise donuk bir suratla kalakalıyordu. İçi acıyor, kalbi sancıyordu. Elinden şekeri alınmış çocuktan farkı yoktu o an. Arayıp gelmesini söylemek istiyor ama bu cesareti bulamıyordu kendinde. Ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Bundan sonra ne olacağını da bilmiyordu. Acısı geçecek mi? Onu da bilmiyordu.

"Hadi gidelim," diye bir ses duydu Ege. Başını hafifçe kaldırdı. Ağlamaktan gözleri kızarmış, hala nemliydi. Başının dibinde duran Ada'ya oldukça ruhsuz bir şekilde bakarak ne demek istediğini anlamaya çalışıyordu. Her nereye götürmek istiyorsa hiç gidecek hali yoktu.

"Sana diyorum," dedi Ada. Kardeşini bu halini görmeye anca bu kadar dayanabilmişti. "Kalk da Miray'ı almaya gidelim."

Ege yere çevirdiği bakışlarını yeniden Ada'ya yöneltti. Hala suratında o ruhsuz ifade vardı. "Ada Allah aşkına bir git başımdan," dedi kardeşini ciddiye almayarak. "Dalga geçmenin sırası değil, beni yalnız bırak."

Kelebeğin DoğuşuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin