'Bugün evimize gittim.
Benim ve Azer'in evine.
Ondan suçlu gibi bahsetmeyi kesin, hem de Akın dedemin katillerinden biriyken.
Onun canı çok yanmıştı.
Buna rağmen beni sevdi.
Onun her bir soluğunda gördüğüm sevgiyi bir gün sizin öğrenebileceğinize olan umudumu yitirdim.
Beni senelerce avuttuğunuz yalanlarınıza artık gerek yok. Ya bir kağıda yazıp denize atın onları, ya da başkasını bulun anlatmak için.
Ben artık inanmayacağım.
Azer'den neden bu kadar nefret ettiğinizi de artık açıkça görüyorum.
Korkuyorsunuz ondan.
Onun bana gösterdiği sevgiden, güzel dünyadan ve gerçek aileden korkuyorsunuz.
Çünkü hiçbiriniz bunlara gerçekten sahip olamadınız, olamayacaksınız da.
Hiçbir zaman onun da katıldığı aile toplantılarını hayalleyecek kadar salak olmadım. Sizin korktuğunuz şeyi bu evin eşiğinden güle oynaya geçirmeyeceğinizi biliyorum.
Ama en azından bana izin verirsiniz sanmıştım.
Buna yanılmak denmez, hata yapmak denir.
Sizin bana böyle saygılı bir davranışta bulunacağınızı düşünmek benim en büyük hatam oldu.
Ben aklımı kaybetmedim. En azından tamamen kaybetmedim.
Sizden uzaklaştığım her an kendimdeyim.
Sizinle oturduğum her sofrada ise başka bir kimlikteyim.
Yüzünüze gülen Karaca gerçek değil.
Aynı Azer'in hayali gibi.
Ama Karaca'yı siz de görebiliyorsunuz.
Keşke Azer'i de görebilseniz ve en azından bir kez daha okusam gözlerinizden; gerçek sevgiye karşı duyduğunuz öfkeyle korkuyu.
Ama göremeyeceksiniz.
Ne Azer'i, ne de Karaca'yı.
Bir daha göremeyeceksiniz.
İkisini de kendi ellerinizle öldürdünüz ve suçluluk hissetmediniz.
Geceler boyu ellerimde hissettiğim onun kanıyken hepiniz rahatça daldınız uykunuza.
Devam edin.
Hepinize iyi uykular.'
Başını geriye çekerek yazdıklarını gözden geçirdi ve ikiye katladı kağıdı Karaca. Sonra da tekrar ikiye, tekrar ve tekrar. Ufak dikdörtgenler haline gelince de şimdiye kadar hiç bu kadar güçlü hissetmediği parmaklarıyla yırttı ve dağıtmadan ceketinin cebine koydu.
Azer'de kalmaya başladığında kullandığı el çantasını alarak sessizce odasından çıktı. Ne kadar yavaş ve dikkat çekmemeye özen gösteren hareketler sergilemek isterse istesin, boynundaki diklik azalmıyordu.
Ben mağlup olmadım der gibi bakışları hep yüksekteydi, hep çatıktı kaşları.
Her zaman kullandığı yol olan alt katın penceresini açtığında derin bir nefes çekti içeri giren soğuk havayla.
Aynı o günkü gibi ceketini giydi, yere koyduğu botunu bağladı ve çamaşır makinesinin üstüne çıkmak için sepeti makinenin önüne koydu.
Çantasını koyduğu rafa uzandığı sırada kapının açılmasıyla ufak bir çığlık atsa da elini hemen ağzına götürdü, karşısındaki adam işaret parmağını kendi dudağına bastırırken.
"Şşşş!" dedi Selim telaşla. "Benim Karaca, bağırma."
Karaca donmuş halde babasına bakarken aklına ona açıklama sayacağı bir yalan uydurmak gelmedi.
Bir şey düşünmüyordu o an. Zihninin fişi çekilmiş, ekranı kararmıştı sanki.
Selim kapıyı sessizce kapattığında Karaca da elini ağzından çekti.
"Bu parayı al." Bir süre oluşan sessizlikte sadece bakıştılar. "Bana hep haber göndereceksin, tamam mı?"
Karaca başını salladığında Selim burukça gülümsedi ve ona sarılma niyetini göstererek kollarını açtı. Kızı ona son kez olduğunu bilerek sıkıca sarıldığında gözlerini kapattı ve saç diplerini öperek ağlamamaya çalıştı, tıpkı kollarında kaybettiği hayatını geri kazanmanın yolunu arayan genç kadın gibi.
Yaşadıkları duygusal an gittikçe güçlenirken kapının ötesinden gelen ses ile Selim kızını kendinden uzaklaştırdı ve halledeceğini işaret ederek kilerden çıktı.
Karaca dışarıdan Cumali amcasının sesini duyduğunda artık geçirdiği her bir saniyenin kendisini tehlikeye atması olduğunu idrak etti ve harekete geçti. Mümkün olduğu kadar saklanarak bahçenin dışına çıktığında Azer'in arabasından indiği yere yürüdü.
Sanki gri range karşısına gelecek, arabanın içinden gözleri parıldayarak kendisinin gelmesini bekleyen Azer görülecek gibi hissetti bir an için.
Arkasındaki duvara yaslanarak soluklandı ve o sokakta yürüyebilmek için daha dirayetli doğruldu.
Bir süre sadece yürüdü. Nasıl ve nereye varacağını bilmeden, deniz kokusu artıp kararan sular görününceye kadar öylece yürüdü.
Sahile yaklaştıkça etrafında gördüğü her şey o gün buluştukları mekana dönüştü.
Zihninin oyunu olduğunu biliyordu.
Travma sonrası kaygı bozukluğu yaşadığını söyleyen doktorun sözcüklerini tekrar etti kendisine.
'Şu anda nerede olduğunu hatırla Karaca. Saat kaç? Hangi gündeyiz? Neredesin? Buraya ne için gelmiştin?'
Hepsinin cevabı Azer'di.
Saat Azer'in ona tebessüm ettiği dakikayı, ona parıldayan gözleri geçiyordu.
Onun kollarındaydı.
Buraya sadece ve sadece onunla mutlu olmaya gelmişti.
Denize doğru ilerlediğinde çantayı açarak önce paraları sonra da kıyafetleri kenara çekti ve ortadaki ağır siyah metale baktı. Silahını eline aldığında çantayı gözü görmez olmuş, yere düşürmüştü.
Boynundaki zincirde parmaklarını dolaştırdı ve ucunda duran yüzüğü kavradı sonunda. Ani bir kararla parmağına takmayı düşünse de eğer denize düşerse kaybolacağını düşündü. Bunun yerine zinciri küçülterek başından çıkma olasılığını düşürdü.
Denize doğru bir adım daha attığında en uçtaydı.
Mektupları koyduğu ceketinin diğer cebine elini atarak mermileri çıkardı.
Bir bir şarjöre yerleştirdi.
Daha sonra da kalbine dayadı silahı. Hiçbir farklılık hissetmiyordu soğuk metal soluğunu ezerken.
Karaca'nın milat dediği an çoktan geçmiş, takviminde yaprak kalmamıştı artık.
Tereddüt etmeden kendini vurdu ve düştüğü yerde biriken baloncuklar azalırken denizdeki yerini aldı.
Gece gelen Jazba bildirimi, iyi seyirler diler.
Bir rivayete göre mutlularmış, birliktelermiş ve bir daha da ayrılmayacaklarmış.
Evet, o dünyada Koçovalılar ya da Kurtuluşlar yokmuş.
Azer ve Karaca varmış sadece.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Jazba
Roman pour AdolescentsJazba Urduca yoğun istek, arzu, tutku anlamına gelir; tıpkı Azer ile Karaca'nın içindekiler gibi.