15. Bölüm

346 19 110
                                        

Beklentilerin yıkıcılığını en derinden tatmışken hayata karşı hiçbir şey beni şaşırtamaz sanıyordum ama öyle olmamıştı. Shinki beni şaşırtanlar arasında zirveyi zorlayacak hale gelmişti. Evimde, salonda karanlıkta koltuğun üzerinde otururken beynim sanki Shinki'nin yanında gibiydi. O odayı, onu görüşümü ve cümlelerini defalarca kez zihnimde tekrarlamıştım. Sonuç değişmese bile acaba şunu mu deseydim, şöyle mi yapsaydım soruları ile boğuşmaktan öteye gidememiştim.

Himawari kucağımdaki başını hafifçe oynatıp uykusuna devam ederken gülümsememi de yüzümden silemedim. Beklentim yoktu doğru, ta ki Hima'yı tekrar görene kadar. Onu gördüğümde tüm düşüncelerim değişmişken Shinki'nin böyle olmasının beni üzmesine şaşırmamam gerekiyordu. Hatta kabullenmeli ve eski tanıdıklarımın bu şekil yeni hallerine kendimi alıştırmalıydım.

En basiti her gün dev ekranlarda gördüğüm açık mavi gözlerinde karanlıklar saklayan Boruto'ydu. O değişmişken neden böyle beklentilere girmiştim ki sahi.

Kalbimdeki sıkışma aklıma gelen anılar yüzünden olduğu için yutkunup derin bir nefes almaya çalıştım. O düşmandı. Her şeyin bu kadar korkunç hale gelmesinin sebebiydi. Boruto benim anılarındaki sarışın çocuk değildi, artık panolardaki korku toplumu yaratmak için sunulan yüzdü.

Kaybettiğim her şeyi düşündükçe aslında bir kazancım olmadığını da daha rahat idrak ediyordum. Her şeyi ve herkesi kaybetmiştim. Annemle başlayan bu döngü Boruto ile bitti sanırken aslında Shinki'yle noktalanmış gibiydi. Yanımda kalan tek kişi ise, bu korkunçluğun ondan ışığını çaldığı Himawari'ydi. Kendi kardeşine bile acımayan Boruto'da hala mantıklı bir sebep ve hala sevgi kırıntısı bekleyen yanımı yakmak istedim. Yoktu. Olmayacaktı. Ben sadece kendimce ona sebepler atayarak affetmeye çalışıyordum çünkü bunu istiyordum. Boruto'yu kaybettim demektense onu yanlış anladım demek istiyordum ama dünyanın en acımasız insanını kaybetmiş olmak bir artıydı. Bununla yüzleşmeliydim.

Sert bir rüzgarla perdelerim havalanırken bir şeyin geldiğini hissetmiştim. Hima'yı saklayacağım bir yerler bulmak için onu uyandırmadan ayağa kalktım ve olabildiğince sessizce kucağıma alarak odamın içindeki küvete bıraktım. Üstüne tüm battaniyelerimi hızlıca örterken kımıldanan Hima'yı sakinleştirmek için alnından öperek uykuya devam etmesini söyledim. Sonrasında ise bana doğru geleni hissettiğimden odadan çıkarak kapının hemen önünde tetikte beklemeye başladım.

Eğer saldırırsa ona vuracaktım ve evimin içinde olduğundan bir aletle bunu yaptım diyerek üstünü örtebilirdim. Kendi gücüme güvendiğim için bir nebze olsun rahatken kapıya doğru nefesimi tutmuş bir şekilde ilerliyordum.

"Buradayım, Sarada."

Donakalmak, damarlarımın altından akan kanın bile donduğunu hissetmek fiilerini an be an yaşamıştım. Duyduğum ses, bir el misali göğsümde yükselip kaburgalarımı kırarak baskı yaparken nefes alamıyordum. Sanki yapacağım her hareket sadece acı veriyor gibiydi. Gözlerindeki batmayı, burnumdaki sızıyı ve göğüs kafesimdeki ağrıyı düşünmemeye çalışarak sesin geldiği tarafa döndüm.

Daha demin rüzgarın havalandırdığı perdeler onun arkasında dalgalanırken "Uzun zaman oldu." Demesiyle yutkunmuştum.

Buradaydı. His barındırmadığını düşündüğüm mavi gözleri, loş ay ışığının aydınlattığı evde bile parıldarken o bana bakıyordu. Bana doğru yürüyor ve tam karşımda duruyordu.

"Seni çok aradım," bakışları evimin üzerinde gezinirken yüzündeki memnuniyetsiz ifadeyi gizlemedi. "Tüm kamplara baktığımı bile düşünüyordum, hiçbirinde adın yoktu. En son öldüğünü düşünmüştüm ama yaşıyormuşsun. Hem de bu yerde."

DevrimHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin