11. Bölüm

502 36 17
                                        


Her şey daha ne kadar kötüleşebilir derken bir dip olduğunu daha öğreniyordum. Bunun bir sonu yoktu ve ben acı çekmek için uçurumdan atılmıştım. Hayallerimdeki kişi, örnek aldığım ve büyük sevgi beslediğim kişi gözlerimin önünde ölmüştü. Anının tekrarlığı hiçbir şey başaramadığımı kanıtlıyordu. Yine sadece dona kalmıştım ve katili kaçmıştım. Benim yüzümden değer verdiğim biri daha giderken son dileği kendimi suçlamamamdı. Böyle biri işte, dünyadan gitmişti.

Buğusunu kaybetmeyen gözlerimle yürüdüğüm yola da bakamıyordum. Sol elim, nanadaimenin verdiği kristal kolyeden ayrılmazken sadece yürüyordum. Nereye yürüdüğümü bilmeden adımlıyordum tüm sokakları.

Merkeze ulaştığımı uğultudan anlamıştım. Yıkım denilen şey bu köye uğramıştı. Duvarlara kazınanlar artık kan lekeleri olmuşken birden fazla kayıp verdiğimizi anlamıştım. Kim olduğunu çözemediğimiz gibi amaçlarını da çözemediğimiz örgüt bizi ele geçirmişti işte. Yenilmiştik. Naruto-san olmadan güçlü değildik, bir hiç değildik.

"Sarada!" diye bana koşan Cho-cho'ya bir şey diyemedim. Onu tatmin edecek cümlem yoktu ama gözlerinin doluluğu ile, onun beni üzecek cümlesinin olduğunu anlamıştım.

"Sen... sen iyi misin?" diye endişeyle sorduğunda sesindeki ağlama tonunu hissetmiştim. İyi değildim. Asla iyi olmayacaktım.

"Değilim.." dediğimde cümleme devam edememe sebebim duvar kenarına çökmüş sarışının babamın kılıcını sıkıca tutuyor oluşuydu.

Ona baktığımda bunu hissettiği için orblarını benimkilerle buluşturdu. Bulut değdi yüzüme demek isterdim ama fırtına altında savrulan bir yaprak gibiydim sadece.

Titreyen dudakları açıldığında ağzından bir söz öbeği çıkamadan gözleri babasının kolyesine takıldı. Yutkunup başını, yasladığı duvara sertçe yasladı ve ağlamamak için üst dudağını ısırdı. Anlamıştım, bir dip daha vardı. Hep var olacaktı, hep ben aşağı düşecektim.

"O... " dediğimde yanan gözlerim ve düğümlenen boğazımla devam etmek için yutkunmak zorunda kalmıştım. "O.. öldü mü?" dediğimde, Cho-cho'nun vereceği kötü haberin bu olduğunu anlamıştım iç çekişinden.

"Öldü." dedi dudaklarını neredeyse oynatmadan Boruto.

"Aynı babam gibi öldü. " diye de devam etti. Bu diğerlerinde şok etkisi bırakırken onun kabullenmek için seslice söylediğini anlamıştım.

Tuttuğu kılıca daha sıkıca sarılıp ayağa kalktı Boruto. Dibime kadar gelirken diyecek bir sözüm yoktu. Benim yüzümden babasız kalmıştı, babamı ise son anında o görmüştü. Benden çok şey çalmıştı fakat ben de ondan çok şey çalmıştım.

Ağırlaşan göğüs kafesim artık içinde bir saksağan barındırmıyordu. Sarmaşık o saksağanı boğmuş sıra soluk boruma dolmaya gelmişti. Ölüyordum yavaş yavaş. Kendi içindeki acılar büyüdükçe sarmaşığım besleniyordu.

"Onun yanına ayak bağı olmak için mi gittin?" diye metali andıran sesiyle konuştuğunda gözlerinin içinde ruhunu görememiştim. Tek ölen babalarımız değildi. Boruto da ruhunu kaybetmişti.

"Aynı senin babamın yanına gitmen gibi mi?" dedim gerçekten üzgün çıkan sesimle. Bu saatten sonra birini suçlamanın da birine sığınmanın da manası yoktu. Kaybetmiştik ve bu sadece başıydı. Artık düzeni sağlayacak kişiler yoktu, büyük bir kaos bizi beklerken Boruto'yu suçlamam sadece vakit kaybı olurdu. Onun da babamı sevdiğini biliyordum. Onun gibi olmak istediğini gözlerine bakarak anlayabilirdiniz. Şahit olduğu bu iki ölüm bizi aynı ama farklı yapıyordu. Annelerimiz ve hayallerimiz gözlerimizin önünde katledilmişti.

DevrimHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin