26: "karanlık günler."

2.3K 285 58
                                    

medya: lana del rey, the blackest day

merhabalar.

yine kısa lakin oldukça benim için önemli olan bir bölümdeyiz, rica ediyorum ki önceki bölümü okuduğunuzdan da emin olun.

oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin.

keyifli okumalar dilerim. <3

***

kim taehyung, sabahın ilk saatlerinde daegu'ya ayak basmıştı.

ertesi gün, morarmış gözaltları ve kızarık gözleri ile, şirkettekilerin dikkatinden kaçamamıştı. yine de birisi çıkıp sormamıştı, bay kim, neyiniz var? diye. kendisi için en çok endişelenen isimlerin başında sekreteri minjae geliyordu, taehyung'u ilk kez bu denli çökmüş gördüğüne yemin edebilirdi. yine de her an tersleyecekmiş gibi, canı sıkkın ve fena hâlde dalgın olan patronuna ağzını açıp bir şey soramamıştı. kim taehyung, öyle dalgındı ki o gün, zaten elinin altında olan dosyaların neden hâlâ masasında olmadığı için minjae'ye azar bile çekmişti. minjae, utana sıkıla masanın üzerinde olduklarını söylediğinde ise üzgünüm, farkında değilim diyerek özürde bulunmuştu ondan.

o gün gece yarısına dek ne işi varsa hepsini halletmiş, sabaha yakın bir vakitte, artık onu kelimenin tam mânâsıyla boğan evine gitmişti. duşunu alıp hazırlandığı bir saatlik süre, saatler gibi gelmişti ona. başını ne tarafa çevirse jeongguk'u görüyordu. duşta aklındaydı. odasına geçip, yatağına oturduğunda aklındaydı. kokusunun sinmiş olduğunu adı gibi bildiği yastığı, eline alıp koklama cesaretinde bulunamayarak yalnızca dakikalarca izlemişti. dolabını açtığı vakit jeongguk'un birkaç parça kıyafeti çarpmıştı gözüne. giyindi, aşağıya indi. jeongguk bu kez mutfak tezgâhında oturuyordu. salona geçti. jeongguk bu kez bacaklarını karnına çekmiş, kısa şortuyla, sevdiği deri koltukta oturuyor ve dizi izliyordu. duvara baktı. geçen gece gözünün önünden geçti, deliler gibi öpüşüyorlardı oracıkta. jeongguk her yerdeydi. hâlâ dudağı sızlıyordu taehyung'un, onun izlerini taşıyordu. jeongguk en çok da taehyung'daydı. en çok da ona sinmişti. şimdi ise yoktu. yalnızca boşluk vardı.

taehyung, del rey'in deyişiyle, bebeği gittiğinden beri en karanlık günlerini yaşıyordu. hiçbir şey hissedemiyordu.

taehyung, annesini görmeyeli kaç ay olmuştu? altı? evet, en az altı ay olmalıydı. annesinden ilk kez bu denli uzun müddet ayrı kalıyordu. vakit bulamamıştı işte bir türlü. şirketteki işleri bir türlü rahat etmek bilmiyordu, çok fazla yük vardı omuzlarında. üstelik jeongguk'u da bırakamamıştı. ah, taehyung, jeongguk'u annesi ile tanıştırmayı nasıl da çok istiyordu. aklında onu da gideceği zaman yanında götürmek vardı. lakin jeongguk artık onunla değildi bile.

ne diyecekti şimdi annesine? anne, birisi var. beni hem hoş ediyor, bazenleri de canımı yakıyor. şimdi onu kırdım ve o gitti.

kim taehyung, annesi nicole kim'e çok bağlıydı. gerçekten de dediği gibi, sevgi gördüğü, daha doğrusu sevgisine inandığı tek insan annesi olmuştu hayatı boyunca. dakikalar sonra annesini görünce gözleri doluverecekti belki de. annesi onun gerçekten de en hassas noktasıydı. jeongguk da öyleydi, geç fark etmiş olsa da.

üzerindeki bej, kahve tonlu gömlek ve kumaş pantolon kombini ile aylar sonra evinin kapısındaydı şimdi. tek dileği babasının evde olmamasıydı. siktir, olmamalıydı. annesi ile rahat rahat konuşmak ve özlem gidermek, güzelce vakit geçirip akşam da seul'e geri dönmek istiyordu.

boyamaya üşendiğinden artık iyice akmış kırmızı saçları, açık bir pembeye çalıyordu. arkaya doğru attı uzun tutamlarını tek eliyle ve kapıyı çaldı. taehyung'un kendi evinden biraz daha büyük olan evin kapısını, annesinin en sevdiği fransız hizmetli açmıştı. oldukça şaşkındı kadın. sabahın bu saati olduğuna mıydı, beklemediğine miydi emin değildi taehyung. "bay kim, geleceğinizden haberimiz yoktu. bienvenue." (hoş geldiniz.) hafifçe eğilerek konuşmasının üzerine taehyung da o şekilde karşılık vererek içeri adımladı. "hoş buldum. babam evde mi?"

lights down low Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin