special

8.9K 1K 508
                                        

Kitap adı: Derinlerden Bir Öykü
Yazar: Armonde
Yayınlanma tarihi: -  (yayınlanmadı)

ÖN SÖZ

Daha önceki eserimden, eser denecek kadar kalıcı mı bilmiyorum ama Weltschmerz kitabımdan sonra ilk defa elime bir kalem alıyorum. Bunca zaman toplum için sanat yapan bir adam için bu kitabı yazmak çok yeni bir deneyim çünkü belki okuduğunuzda anlarsınız ki asla yayınlanmayacak bu kitap ne toplum için, ne de sanat için yazıldı.

Bu eserim tamamen aşk için.

Kitabın isminden de anlaşılacağı üzere bu bir öykü, gerçek bir öykü. Aslına bakarsanız bu ilk gerçek öykü anlatışım değil. Weltschmerz de gerçekti. Dünya üzerinde ruh eşi üzerine araştırma yapılarak ruh eşinin ne olduğu ele alınmış tek kitap olarak geçer, insanlara bunu öğretir. Aslında tamamen benim başımdan ve kalbimden geçen bir öyküdür. Bunun okullarda okutulması başlı başına birazdan adını anmadan tek bir paragraf bile geçmeyeceğim sevgilimin sayesindedir.

Evian.

Bu kitap da onun ve bizim hakkımızda kısa bir öykü.

Krallığın prensi ile ünlü yazarın aşkı size ne anlam ifade eder bilmiyorum, açıkçası umurumda değil. Asker öğretmeni olarak ona ilk gördüğüm andan beri bir öğrenci gözüyle bakmamakla birlikte, ona yalnızca atın üzerinde ok atmayı öğretmedim. O da bana yalnızca emirler vermedi. Biz birbirimize hayatı öğrettik ve bunun ne kadar harika bir şey olduğunu asla bilemeyeceksiniz. Kimse bilemeyecek. Aşkımızı, ikimizin arasında kalacak olan hatıraları kaleme asla dökemeyeceğim çünkü yüzde yüz bir şekilde bunu bilmenin tek yolu kalptir, ona da ulaşamazsınız. Kalp hisseder ama anlatamaz, yazamaz, göremez. Kalp, kör cahildir.

Bu öykünün neden "derinlerden" olduğu da ayrı bir konu. Ben ona hep "okyanus" derim. Şimdi onu hiç sıkılmadan anlatacağım bu hikayeye okyanus yerine derinlik ismini koymamı o anlamlandıramayacak eğer okursa -ki okumayacak-.

Benim ona okyanus dememin sebebi gözlerinin mavi rengi olmadı hiçbir zaman. Okyanus dememin sebebi, gözlerinin okyanus kadar derin olmasıydı. Henüz keşfedilmemiş, görülememiş %95'lik kısmı olacak kadar derin. Gözleri gibi sesi de geceler gibi derindi, kalbi bulutlar gibi, dudakları yanardağ gibi.

Benim yastığım onun omuzlarıydı ve Tanrı şahidim, ölümden bile derin bir uyku kucaklardı beni yastığımda. Her şeyi derindi onun, bu yüzden bir kere ayağın takıldığında kurtulamıyordun ya geri, sonu görünmeyen bir yere düşüyordun.

Sonu görünmüyor olabilir ama ben biliyorum ki her şeyin sonu vardır. Hayatın olduğu gibi, anıların da. Anılar son bulduğunda geriye buruk tebessümler veya içli ağlamalar kalıyor yalnızca. Çünkü insan doğasında unutmak diye bir şey yok. Hiçbir şey unutulmaz. Yalnızca bir yerlerde uykuya dalar ve uyandırılmayı beklerler.

Unutmak diye bir şey yok, sonsuzluk diye bir şey olmadığı gibi.

Kimseye Evian'ın ve bizim hikayemizi anlatma, aşkımızı kanıtlama amacı taşımayan bu hikayeyi Prenses Alicia'ya hediye ediyorum.

1. ''Bana aşkı sen öğretmedin.''

1838'in bahar ayında tanıştım ruh eşimle, Evian'la. 

Tanışma hikayemizin çok bir şaşaası yok. Himalaya Dağları'ndan daha büyük olan egosuyla kovduğu askerlik öğretmeninin yerine atanmıştım. Başta mutsuzdum. Prensi şahsen tanımasam da hakkında her türlü kibir söylentileri geziniyordu ve hocasını kovduğunu öğrenmemden sonra daha tanışmadan nefret etmiştim ondan. On sekiz yaşındaki egoist birisinin öğrencim olmasını tercih etmezdim ancak o dönem yirmi bir yaşında yeni başarı kazanmaya başlamış bir asker olarak Prenses Alicia'nın gözüne çoktan girmiştim. Yeminimle hizmet ettiğim kralın eşi, Evian'ın annesi olan Prenses Alicia'ya asla karşı gelemeyeceğimden de kabul etmek zorunda kalmıştım.

evian ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin