Saraydaki ilk haftamı geride bıraktığımda hala Kral ile tanışma şerefine erişememiştim. Kendisi yukarıdaki Tanrılarla görüşmeler içindeydi ve bir türlü geri dönememişti kıymetli sarayına. İçten içe neler konuştuklarını merak ediyordum, görev değişikliği ile ilgili olmasına dair birtakım dualarım vardı ancak Tanrılar o kadar insaflı değillerdi.
Bu sırada saraydan toplayabildiğim bilgileri toplamaya çalıştım. Kimseyi şüphelendirmeden iletişim kurmaya çalışıyordum. Onlarca odası olan bu koca yerde herkesle tanışabilmek elbette zordu lakin ulaşabildiğim kadar kişiye ulaşmak benim görevimdi. Kimsenin Kral'ın gücü ile ilgili bir bilgisi yoktu, bu konuda kesin bir kanıya varmıştım. Herkes Tanrıların ona kaynak olduğunu söylüyordu. Halbuki ben onların hiçbir insana bu kadar güç verecek kadar güvenmeyeceğini biliyordum.
İstedikleri an alabilecekleri kadar kolay bir şey olmalıydı ki Kral'ımız onlara karşı bir atak oluşturmadan elinden almalılardı. Odasına birkaç kez girme fırsatı bulmuştum herhangi bir nesne aramak adına ancak hemen sonrasında çıkarılmıştım her seferinde. Hiçbir hizmetçi orada tek başıma kalmamı istemiyordu. Muhtemelen onun emriydi. Bir şeyler saklıyor olmalıydı.
Belki de o döndüğünde bulmak daha kolay olacaktı. Yarın dönecekti nasıl olsa.
Bana verilen odada yatarken aklımdan geçen tonlarca senaryoyla tavana bakıyordum. Heyecanlı olduğum zamanlarda bu tarz garip huylarım olurdu. Yarını kafamda binlerce kez canlandırmıştım. Neler yapmam gerektiğine dair bir fikrim yoktu, doğaçlama yapacaktım en sonunda yüksek ihtimalle. Yine de onun bana yaklaşmasını, selamlamamı, bana kuracağı cümleleri düşünmeyi kesemiyordum. Ne derse vereceğim başka bir cevap vardı. Ukala davranmak istemiyordum lakin bana güvenmesi için akıllı olduğumu kanıtlamak zorundaydım.
Altın duvarlar içeride parlamıyordu, yalnızca rengini koruyorlardı. Böylece gözlerimi kapatabiliyor ve gecenin karanlığını yalnızca ay ışığında aydınlatabiliyordum. Pencerenin önüne çektiğim ince bir tül perde içinden esen rüzgar açıkta kalmış bacaklarıma esiyordu. Gözlerimi huzurla kapatıp yalnızca rüzgarı düşünmeye koyuldum.
Böylece sabah sakin bir şekilde uyanabilmiştim bu sefer sıcaklığın verdiği bunaltıcı hisle. Elbette kendi kendime uyanmış değildim, yanımdaki telefonum çalmıştı. Alarmı kapattıktan sonra yatağımda biraz gerinip ayağa kalktım ve büyük gün için hazırlanmaya başladım. Kral'ın gelmesine tam 1 saat vardı, böylece kendime hazırlanacak belli bir vakit bırakmıştım.
İlk olarak en cici kıyafetlerimi giydim. Resmi olabilmek için üstüme bir siyah saten gömlek ve altıma ise kumaş siyah pantolon. Saçlarımın gümüşi rengi her ne kadar bu sadeliğime gölge düşürse de çok sırıtmadığını umarak aynada kendimi kontrol ettim. Üstten açık bıraktığım iki düğme ve altın renkli tokası olan bir kemer ise birtakım ekstra detaylar olmuştu.
Kulağımdaki küpe ile sağ elimdeki beş gümüş yüzüğü çıkarıp yatağımın yanındaki komidine bıraktıktan sonra Cehennem'in özel kokularından olan kaliteli parfümümü boynuma fıslatıp çıktım. Zaten hazırlanmam yarım saati aldığından çıktığımda ancak kahvaltı hazırlamaya yetişebilmiştim. Daha önceden elime verilen menüyü çekmecemden çıkarıp iki adet bantla birlikte dolabımın kapağına astım gitmeden önce.
Yazanları hazırlamak fazlasıyla kolaydı. Bu görkemli yaşama rağmen Kral'ımız sade yiyecekleri tercih ediyordu belli ki. Kendine iyi baktığı kesindi. Bir göz yumurta hazırlayıp yanına kızarttığım ekmeği koydum. İki sosisi tavada birkaç kez döndürdükten sonra üzerine hazırladığım sosu döktüm hafifçe. Yumurtaya da bir tutam karabiber ekledikten sonra elimdeki tepsiyle odasına doğru yola koyuldum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cehennemin Başkenti // ChanBaek
FantasyBen Byun Baekhyun, Cehennem'in sessiz sakinlerinden biriyim. Aslında burası yalnızca yerin altı ancak burayı hep cehennem diye tasvir etmekten hoşlanıyoruz. Hayattayken bunu ben de yapardım ama ölünce işler epey değişiyor.