Ölüm öyle bir kelime ki insana çağrıştırabileceği tonlarca şey arasında yalnızca tek bir anlamının olması komik geliyor. Yaşama doğarken bildiğiniz tek şey, başınıza geleceğinizden tek emin olduğunuz şey haline geliyor zamanla. Hayatınızda yapıp yapamadığınız hiçbir şeyin değeri kalmıyor ölüm karşısında. Vakti geldiğinde her bir ruh yok olup gidiyor dünyadan kalmak için ne kadar çabalasa da.
Bizi de en çok korkutan şey bu. Her şeyin elimizde olduğu yanılgısının içinde ölümün bize bağlı olmadığını ve engel olamayacağımızı bildiğimiz andan itibaren bir tabu haline geliyor. Ondan korkmaya ve düşüncesini yok saymaya çalışıyoruz halbuki baktığımız her şeyin bir gün ölümü tadacağının farkındayız.
Ben öldüm. Hem de iki kere.
Çok önemli bir şeydi benim için her seferinde. Neyle karşılaşacağımı bilmediğim bir yere adım attım. Ne bir beklentim vardı öbür dünyaya dair ne de bir inancım. Sadece sonsuz karanlıkta kaybolacağımı düşünmüştüm. Farkında bile olmayacaktım ve her şey bitecekti.
Şimdi kendimi bir tahtta görüyorum. Uğruna savaşını verdiğim bu güç benim ellerimde artık. Zulüm yok, dert yok, tasa yok. Sadece ben varım burada. Gerçi sadece benim yokum tabi, biliyorsunuz bu hikayeye tek başladım ama yanımdaki insanlar olmadan ilerleyemezdim. Kendim kaybolduğum bu kara deliğe ışık tutanlar ya da benimle karanlıkta olmaktan korkmayanlarla beraberdim hep.
Kendimi yalnız görmeyi sevsem de hiç yalnız olmadım ben. Beni yalnız da bırakmadılar pek. Fakat en büyük baş belamın en büyük talihim olacağını hiç öngörememiştim. Yanımdan gideceğini hatta koşarak uzaklaşacağını düşünürken tam tersine dibimden ayrılmayan bir adam olmuştu. Bundan memnun olmadığını söyleyemezdim çünkü ona belki de en çok ihtiyacım olduğu andaydım.
Artık bir krallığım vardı. Başından beri herkesin refah içinde yaşamasını istediğim bu dünya artık benim kontrolüm altındaydı. Kolay değildi ve kendimi hiçbir zaman burada hayal etmemiştim. Yine de yanımda olan insanlar sayesinde idare edebiliyordum.
Bu hikayeye nefret ve belirsizlikle başladım. Kahramanın hiç ben olduğunu düşünmedim. Yalnızca bir kötü ve ona aşık olan ben vardım. Fakat zamanla bizim hikayemiz bir aşk hikayesine dönüştü. Hayatlarımız ve birbirimiz için verdiğimiz bir savaştı bu.
"Ne yazın be Baekhyun!"
"Salıver artık şu defteri lütfen. Ağlattın kağıdı. Ağaçlar kesildi senin yüzünden."
"Bir de bayıl istersen Jongin."
Jongin ve Kyungsoo başımda bana takılırken Sehun karşıdan gülmekle yetiniyordu. Hepimizin birbiri ile geçirdiği vakitler o kadar karışmıştı ki saflar kalmamış, hepimiz tek taraf olmuştuk. Junmyeon ağaç lafını duyduğunda yüzünü buruşturup elindeki kitabı aldığı yere bıraktı. Hepimiz canımızın sıkıldığı vakitlerde kütüphanede takılırdık. Ben ise bu ülkenin nasıl barışla kurulmadığını, hepimizin birbirimize ve kendi içimizde verdiğimiz savaşları anlatan bu günlüğü yazıyordum.
İleride tarih kaynaklarına geçmesi için çabalıyordum ancak öldüğümüz için muhtemelen hiçbir zaman tarihe karışamayacak olan bizi düşündükçe aradaki ironi komik geliyordu. Yine de bir gün gelip eski yazdıklarımı okumanın beni mutlu edeceğini biliyordum. Anılar bana sadece mutluluk getiriyordu artık.
Bu sırada benim dışımda herkesin mutlu mesut ilerleyen ilişkileri vardı. Junmyeon ve Sehun henüz birbirlerini tanıma aşamasındalardı ancak aceleleri yoktu. Biri diğerine bunca zaman hak ettiği değeri verirken diğeri ise onun yıllarca süren yalnızlığını gideriyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cehennemin Başkenti // ChanBaek
FantasíaBen Byun Baekhyun, Cehennem'in sessiz sakinlerinden biriyim. Aslında burası yalnızca yerin altı ancak burayı hep cehennem diye tasvir etmekten hoşlanıyoruz. Hayattayken bunu ben de yapardım ama ölünce işler epey değişiyor.