Elimdeki tavayı ocaktan alıp hızla tezgaha bıraktım. Elim neredeyse yanacaktı lakin umursayacak halde değildim. Yumurtanın ayarını kaçırmaktan son anda kurtulmuştum. Kralımıza kötü pişmiş bir omlet veremezdim, kellemi severdim ve vücudumdan ayırmayı düşünmüyordum. Gerçi artık onun otoritesini eskisi kadar umursamıyordum.
Sarayda geçirdiğim bir ay boyunca onun aslında iki yıl önceki anımdaki kadar sert ve acımasız olmadığını fark etmiştim. Normal zamanlarda basit bir gençten farkı yoktu. Altından bir tahtı ve sarayı olan, hizmetindeki onlarca insanla birlikte yaşayan basit bir genç.
Chanyeol hakkında öğrenebildiklerim bir yandan çok sınırlıyken bir yandan da onda keşfettiğim yönler beni şaşırtacak derecede fazlaydı. Gücüne ya da otoritesine nasıl ulaştığına dair bir bilgi edinememiştim. O konuda tam bir sır küpüydü. Lakin Rus edebiyatından hoşlandığını, yemeklerini az pişmiş sevdiğini, romantik komedi bağımlısı olduğunu ve müzikle ilgilendiğini biliyordum. Kişisel zevklerimiz az çok benzerdi. Onunla konuşabileceğimiz şeyler gün geçtikçe artıyordu.
En şaşırdığım yanı da tam olarak bu olmuştu. Çoğu zaman kibirli değildi. Dışarıda anlatılan Kral portresinden çok uzaktaydı. Kendini yüce ya da ilahi bir güç olarak görmüyordu. Belki yabancılara bu imajı çiziyor olabilirdi ancak saray içindekilerle hali gayet günlüktü. Hatta Kyungsoo ile kanka gibilerdi. Bazen onların arasındaki şakaları anlayamıyor ve kimseye çaktırmadan kıskanıyordum. Biriyle aranızda size özel bir şeyler olması müthişti, belli şakaları yapmak ya da belli anlardan söz etmek.
Fakat sadece ikiniz için güzel oluyordu. Yanınızdaki insan kendini uzaydan düşmüş gibi hissederdi. İşte ben o insan oluveriyordum Chanyeol ve Kyungsoo'nun yanında. Henüz ikisiyle de herhangi bir anım yoktu, paylaşabileceğim şeyler sınırlıydı. Kralımız, muhafızının yanında bambaşka biri oluyordu. Kalbimde büyüyen kıskançlıkla ben de onları izliyordum yalnızca. Sertçe yumurtayı tabağa döktüm ve baharatlarını koyup tuzunu ekerek iki dilim ekmekle birlikte odasına götürdüm.
Mermer odanın kapısı bana tereddütsüz açılmıştı. Başını iş dediği kağıtlardan kaldırmayan Chanyeol'e bakmadan masasına koydum yemeğini. Bileğindeki saatini kontrol etti ve bana anlamlandıramadığım bir bakış attı.
"Geç kaldın. Neredeyse beş dakika olacak."
Sesindeki tonlama az önce bahsettiğim arkadaşça yaklaşımdan çok uzaktı. Bana kral olduğunu hatırlatıyordu.
"Üzgünüm efendim, dalgındım bugün. Gece uyuyamadım." Kısmen yalan değildi. Gerçekten düşünmekten uyuyamaz haldeydim. Bir aydır kaydettiğim ilerleme bu haftaki izin günümde karşıma çıkacaktı. Liderleri olarak gördükleri benim bir işe yaramadığımı söyleyeceklerdi yoldaşlarım.
"Otur şu koltuğa."
Kapının yanında duran koltuğu işaret etti. Lafını ikiletmedim. Oturduğum an o ayağa kalktı ve kütüphanesine yöneldi. Masasının solunda kalan taraftaki rafları karıştırdı. Benim boyumun dahi uzanamayacağı bir yere eliyle uzanıp adı gibi bildiği kitaplardan birini çıkardı aradan. Diğerleri hemen boşluğa doğru düşmüş, mükemmel sıklıkta ve sınırdaki kitapların düzenini bozmuştu.
Bana doğru yaklaşıp parfümünü ciğerlerimde hissetme lüksünü tanıdı. Kitabı uzatıp okumamı söyledi. Yapacak başka bir işim de yoktu zaten. İtiraz etmedim lakin şaşırmıştım. İlk defa odasında oturuyordum, koltuğu tahmin ettiğimden çok daha rahattı. Kadife derisi ve vücuduma tam olarak oturan hatlarıyla adeta benim için yapılmıştı. Verdiği kitap ise bambaşka bir konuydu. Daha önce Miyazaki filmlerine olan sevgimizden bahsetmiştik. Bunu hatırlayacağını düşünmemiştim ancak bana verdiği hikaye Yürüyen Şato'ydu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cehennemin Başkenti // ChanBaek
FantasyBen Byun Baekhyun, Cehennem'in sessiz sakinlerinden biriyim. Aslında burası yalnızca yerin altı ancak burayı hep cehennem diye tasvir etmekten hoşlanıyoruz. Hayattayken bunu ben de yapardım ama ölünce işler epey değişiyor.