Son derse gelmiştik. Ders tarih olduğundan dolayı bana fazla sıkıcı geliyordu. Çiçek son konuşmamızdan beri Tuğkanla hiç konuşmamıştı. Çiçek neye bozuldu bilmiyorum ama Tuğkan'ın canı fazla sıkılmıştı. Tuğkan kafasını masaya gömmüş uyuklamaya çalışıyordu.
Kafasını kaldırıp toparlanmaya başladı. "Son ders uyuyacak kadar uykun mu var gerçekten?" diye sordum cevabı bildiğim halde. "Uykum yok ki sıkıntıdan patlıyorum." dedi tahmin ettiğim gibi. "Aynen ben de ya. Neyse az kaldı çalar biraz sonra zil sen de eve geçtikten sonra bizi beklerken onlara bir iki şarkı söylersin." dedim eşyalarımı çantama koyarken.
Birden aklına bir şey gelmiş gibi irkildi ve ağzı kulaklarına varana kadar gülümsedi "kralsın prenses ya." dedi elini hocanın görmeyeceği şekilde telefonuna atıp rehberde isim aramaya başlarken.
Bir dakka bir dakka o az önce "kralsın prenses" mi demişti. Ne biçim bir ironiydi bu ya.
"EywAllah aslansın kaplaaan." diye saçmaladım. Dışarıdan izleyen biri olsam kendime kahkaha atardım. Tuğkan da öyle yaptı zaten.
Büyük bir kahkaha attı ve zilin ilk tınısını duyar duymaz sırasından bana görüşürüz deyip kalktı sonra da uçtu gitti.
Peşinden Berk'le Çiçek de gidince kafamı sıraya gömüp Mete'yi beklemeye başladım.
**
"Yaren" diye bir ses geliyordu derinlerden gittikçe yakınlaşan bir ses. "Yaren uyandırmak istemezdim ama galiba uyuklamak için çok da mantıklı bir yer değil ha?" dedi Mete.Kurduğu cümlelerin başka insanlar açısından gayet de kabul görür olduğunu bilmeme rağmen benim sinirlerimi alt üst etmekten kaçınmadıklarını da biliyordum.
"Mete." dedim doğrulduktan sonra gözlerimi ovarak açmaya çalışırken.
"Efendim." dedi karşısında bir çocuk varmış gibi gülümseyerek.
"Ne zamandır buradasın? Saat kaç? Ben hangi ara uyudum Ya?" bir sürü soru sorduğumun farkındaydım ama şu an bunları dizginleyecek kadar kendimde değildim.
"Bir kaç dakikadır buradayım. Saat 16:00. Sen hangi ara uyudun.." deyip biraz beklerken gülümsemesini büyüterek küçük bir kahkaha attı. "Bilmem." dedi gülmeye devam ederek.
Uyku sersemliğinden olsa gerek gülüşünde takılı kalıp ben de gülümsedim. Biraz fazla uzun bakmış olacağım ki paşamızın şaşırmış bir şekilde gözleri bile mutluluktan büyüyüp gülmeye başladı bana.
"Şey gitmiyor muyuz?" diye sordum ortamdaki havayı dağıtmak için.
"Bilmem Gidelim mi?" diye sordu gülümsemeye devam ederek.
"Bilmem, mi?" dedim çatık kaşlı bir şekilde. "Sen ısrar etmiyor muydun gidelim diye." Dedim ses tonumu öfkeye bürüyerek.
Birden toparlandı ve "evet ben söyledim de son bir kez emin misin diye kontrol etmek istedim. Neden bu kadar kızdın ki?" dedi anlamamış gibi.
"Kontrol filan etme evet dediysem evettir. Ayrıca şu saçma sapan soruyu da bir daha sorma." dedim delicesine bir şeye kızmış gibi. Fazla çıkıştığımın farkındaydım ama onun karşısında bir şeye kızmam gerekmiyordu ki. O benim öfkeli olmam için hayattaki en birincil sebeplerimden biriydi. Ve hayatıma dan diye tekrar girmişti.
"Hangi soruyu?" dedi çekinerek.
"Bilmem ile başlayan tüm soruları." dedim sinirimi azaltmaya çalışırken.
Çantamı koluma takıp ayağa kalktım ve "gidelim mi?" diye sordum.
Bilmem der gibi kafasını yana yatırdı ve "gidelim mi?" diye tekrar sordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Buzul Kalp - AURORA:1
Novela JuvenilEğer hayat bir oyun kuruyorsa ve önüne kurallar koyuyorsa bu hile yapamayacağın anlamına gelmez oyunu hiç bir zaman kuralına göre oynamak zorunda değilsin kuralına göre oynayan başarır diye bir kural yoktur . Kopya çekmeyen herkes başarıya ulaşsaydı...