4. BÖLÜM –Yoksunluk-
Duştan çıktığında, günün bütün yorgunluğunu atmış gibi hissediyordu. Toplamadığı yatağının üzerine yığılırcasına bıraktı kendini. Pijamalarını biraz dinlendikten sonrada giyinebilirdi. Gece boyu yaşadıklarından sonra, bu kadarlık zamanı kendine ayırmanın sakıncası yoktu. Hatta öyle çok uykusu vardı ki, bu şekilde bile uyuyabilirdi.
Bacaklarını karnına doğru toplayıp, ellerini arasına yerleştirdi ve gözlerini kapatarak, uykuya teslim oldu.
Lemi’nin parıltılı mavi gözlerinin derinliğinin verdiği huzurun, tam tersi bir etkiye dönüşmesi çok sürmedi. Bir an maviliklerde kulaç atarken, diğer bir an kızıl sularla boğuşmaya başlamıştı. Kısa sürede kızıllığa yenik düştü ve soluğunu, etrafını saran firfiri denizin ortasında aldı.
Kanlı balçık ağır dokusuyla onu derinlere çekiyordu. Ne kollarında, ne de bacaklarında kulaç atacak güç kalmıştı. Zaten gücü tükenmemiş olsaydı bile, etrafını saran engin denizi aşmaya kimsenin gücü yetmezdi. Görünürde kara parçasına dair en ufak bir iz yoktu. Telaşa kapıldı. Yüzeye çıkmalıydı. Bu lanetli gölde boğulmak istemiyordu. Yaşama içgüdüsüyle, bedenini yukarı itti. Güçlükle kızıllığın tepesine ulaştı. Oksijen yoksunluğundan infilak etmek üzere olan ciğerlerini havayla doldurmak için, ağzını iyice açtı. Saçlarından ve yüzünden akan kanlar ağzına, burnuna doluşmaya başladı. Hâlâ nefes alamıyordu.
Çırpınışları işe yaramıyordu. Kanın yoğun kıvamı tıpkı bataklık gibi ağırlaştıkça ağırlaşıyor, onu dibe çekiyordu. Mücadele gücü tükendi ve kızıl sulara teslim oldu. Pes etti, maçta yapmış olduğu gibi…
Bilinçaltının tüm uyarılarına rağmen, nefes almak zorunda hissediyordu. Oksijensiz kalmak endişesini körüklemiş, aşağı doğru çekilirken çırpınışları çaresizliğe dönüşmüştü. Kızıllığı içine doğru çekmeye başladığında, ciğerlerinde alevlenen büyük yangının acısını duydu. Dayanılır gibi değildi, ama oksijensizlikte öyle…
Haykırışı, ıstırapla boğazından yükseldi!
Sat gözlerini dehşetle aralayıp, yatağında hızla doğrulduğunda, onu kendine getirmeye çalışan mavilikle karşılaşmayı beklemiyordu.
Beş ay önce başlayan ve gözlerini ne zaman huzurla kapamaya kalksa peşini asla bırakmayan kâbuslarına, özelliklede dehşet sahnelerinden realiteye her dönüşünde yalnız olmaya alışmıştı. Alışamadığı şey, kâbuslarının her geçen gün omuzlarına daha ağır gelmesiydi.
Ve aldığı kanın lezzetine yenik düşmesi…
Yalnız olmaktan nefret ediyordu. Belki de en azından bu adama karşı gardını indirmenin zamanı gelmişti. Tabi ki yapmadı. Kendini, çaresizliğini gösterecek kadar küçültemezdi. O güçlüydü. Ayakta kalmak istiyorsa, güçlü olmak zorundaydı…
“İçeriye nasıl girdin?”
“Unuttun mu, kapıyı açık bırakmıştın. Bu açıkça davettir.”
“Anahtarı bırakmak isteyeceğini düşünmüştüm.”
Sıkıntıyla parmaklarını saçlarının arasından geçirip, başını yastığın ılık dokusuna bıraktı. Hâlâ bornozla olduğunu anımsamak için, zamana ihtiyacı vardı. Zihnindeki bulanıklık yavaş yavaş aralanmaya başladıkça, kendini daha iyi hissediyordu. Alışkanlıkla fetüs pozisyonuna geçti ve ellerini yine bacaklarının arasına aldı.
Adam pikeyi örtmek için üzerine eğildiğinde, delici bakışlarının tenine sabitlendiğini hissetmemek mümkün değildi. Sat, aklına gelen düşünceyle irkildi. Refleksle araladığı bakışlarını adamınkine odakladı. Aşırı bir tepkiyle, bornozunun iki yakasını sıkıca birbirine bastırırken, adamı itip, yataktan kalktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
X Serisi 1-DENGE (Tamamlandı)
FantasyKitabın; 26. bölüm dahil, devamını yayınlıyorum. Keyifli okumalar Denge Türkiye'nin en iddialı Vampir romanı! Bu kitapta aşkın sihrini, acının yankısını, savaşın vahşetini ve nefretin en karanlık yüzünü göreceksiniz!