when he talks i hear his ghosts every word they say to me

2.7K 285 144
                                    

Hi gayss im here!!! Sonunda yeni bolumleri paylaşmaya başladım. Üniversiteye başladım ve derslerimden dolayı bir süre bölüm yazamadığım ve en önemlisi emeklerimin karşılığını alamadığımı düşündüğüm için bölümü yayından kaldırdım. Aslında yaza kadar yeniden yayımlamayı düşünmüyordum fakat Fifty eighth sonnet'i o kadar özlediğimi farkettim ki dayanamayarak yeniden yükledim.

Yorumlarınız beni motive ediyor lütfen yorumlarınızı eksik etmeyin😭😭 İyi okumalar💖

Zaman ilerliyor, dakikalar ömrümüzden siliniyor; biz yaşlanıyor ve bir nefes daha ölüyorduk. Yaş aldıkça seviniyor ölüme adım adım yaklaştığımızı bile unutuyorduk. Parmak sayısı kadar ömrümüze çeşit çeşit anlamlar yüklüyorduk. Ve tek bir kavram hepimizin hikayesinde kılık değiştiriyordu.Mutluluk, sevinç, hüzün heyecan, aşk, tutku ve şairin kalemini büken özlem.

Özlem; aileye özlem, sevilene özlem, dosta özlem sayabileceğimiz bir sürü çeşidi var fakat en acısı; insanın elini ayağını bağlayan geçmişe özlemdi. Çünkü her şey geri gelirdi; kişiler geri gelir ortamlar geri gelirdi ama tarih terekkür etmezdi. Her şey tıpatıp aynı olsa da eski hislerin bir türlü olmazdı.

Şimdi ise karşımda geçmişim duruyordu.

Geçmişim geçmişimin baş ucundaydı.

Oradaydı ve ben geçmişe özlemimi gideriyordum. Fakat demiştim ya aynı duygular olmazmış diye; yoktu. Geçmişteki aşkım şimdi dallanıp fidanlanmış gibiydi. Minnet duyuyordum, teşekkür ediyordum içten içe.

Gülümsedim hafifçe "Hoş geldin." dedim. O an anladım, cevapsız sorularım yokmuş meğer. Benim tek bir doğrum varmış. Aklıma Mingyu Amca'nın sorusu geldi. Cevabım ikinci seçenek oluvermişti, ben ondan nefret dahi edemezdim.

Biraz çekingen bir tavırla "Merhaba" dedikten sonra yeniden sustuk. Gözlerimiz özlem gidermek için dudaklarımızdan izin istedi. Her bir ayrıntısında tek tek oyalandım. Gözüme ilk çarpan şey siyahtan kurtararak açık kestane rengine boyatılmış saçları olmuştu. Onu ilk defa bu şekilde görmüştüm ve nelerden mahrum kaldığımı fark edebilmiştim. Sanki ölümcül bir hastalıktan kurtulmuş gibi göz altlarından morluklar tamamen yok olmuştu. Dudakları eskisi gibi çatlak değildi. Kilo almış olmalıydı yanakları tombullaşmış, pembeleşmişti.

Zaman güzelliğine güzellik katmış ve ben onun karşısında bu şekilde durmaktan utanmıştım.

Bakışları hala üzerimdeyken "Ne zaman geldin?" dedim kısık bir sesle. Heyecanlı bir çocuk gibiydim gülümsememek için yanaklarımın içini ısırıyordum.

"Bu öğlen."

Anladığımı belli edercesine başını salladığımda gözlerini kaçırdı. Elimdeki çiçekleri ailemin mezarının üzerine bıraktım.

Ailemin baş ucundaki yerinden birkaç adım geriye çıkarak benim mezarın yanına girmeme müsade etti. Yerlerimizi değiştirdiğimizde gözlerim bir süreliğine ailemin toprağında gezindi. Daha sonrasında yağan yağmura rağmen şemsiyemi indirerek ellerimi birbirine kenetledim.

Kenetli ellerim göğüs hizamdayken gözlerimi de kapattım. Kaç yaşında olursam olayım ne zaman darda hissetsem kendimi ailemin başucunda ellerim kenetli bir şekilde bulurdum. Şimdi de üzerime yağmur tanecikleri düşerken ben onlarla heyecanımı paylaşıyordum.

Kapalı gözlerimden usul usul yaşlar akmaya başladı. Keşke 18 yaşındaki Jeongguk olarak kalsaydım diyordum. Geçmişe sıkışıp kalsaydım. Yaşım büyüdükçe yalnızlaştım, pastamdaki üflediğim her mum teker teker götürdü sevdiklerimi. Yalnızlık beni günden güne öldürdü.

fifty-eighth sonnet \\ taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin