and it pains me just to hear you have to say it

5.9K 623 237
                                    

Öncelikle merhaba ve sizi beklettiysem özür dilerim. Şey merhaba fifty eighth sonnet için spotify playlisti oluşturdum link biomda var.Belki dinlersiniz 🙂 Her neyse başlayalım. İyi okumalar 🥴

İşe başladığımdan bu yana yaşadığım en sakin günlerden birindeydim. Buraya her ne kadar alışamasam da işimi gerektiği gibi yapıyor, Heran'la oldukça ilgileniyordum. Bu konuda en başından beri bir sıkıntım yoktu. Ona gelince. Onu pek sık görmezdim, sadece akşam yemeğinden sonra kızıyla zaman geçirmek için onu yanına alır, daha sonra da tam uyku saatinde odaya getirirdi. Fakat yine de rahat değildim.

Uzandığım yerden kapı çalmasıyla doğruldum. Kucağımda, elimdeki dövmelerle kendi çapında oynayıp gülen küçük kızın da bakışları bana döndü. "Jungkook, Bay Kim yemeğini kızıyla yemek istiyor. Onu hazırla sen de hazırlan yemeğini sen yedireceksin" dedi Lora içeri girmeyip kapı pervazında durarak.

"Bayan Asemi yok mu? Benim aile yemeğinde olmam doğru mu?" diye ardı ardına sorularımı sıraladığımda gülümsemiş "O kim bilir nerelerdedir. Boş ver onu hadi hazırlan böyle eşofmanlarınla inme aşağı" diyerek odamdan çıkmıştı.

Evren benimle dalga geçiyor gibiydi. Ben köşe bucak kaçmaya çalıştıkça kendimi onun kolları arasında buluyordum sanki. Gözlerim bir süre kucağımdaki kız üzerinde oyalansa da sonrasında sıkıntıyla nefes vererek yerimden doğruldum. Akşam yemeği saati belliydi, geç kalarak diğerlerinin dikkatini çekmek istemiyordum. Önce Heran'ı hazırladıktan sonra ben de seçtiğim kıyafeti hızlıca giyip banyoya girdim. Küçük banyo dolabından tarağımı alarak dağılmış saçlarımı hafifçe toparladım. Kuruyan dudaklarımı bir nebze canlandırır umuduyla elimi nemlendiriciye atmışken aynada gördüğüm yansımam beni gerçekliğe döndürendi.  Sanki birisi bana "Ne yapıyorsun Jungkook?" diyerek gerçekliğe çekmişti.

Havada öylece kalan elimi yavaş yavaş indirerek tezgaha yasladım. Az önceki yüzüm tamamen düşmüştü. Taradığım saçlarımı karıştırmış, bozmuştum.

Banyodan adeta fırlarcasına dışarı çıkıp yatağımda beni bekleyen bebeği kucağıma alacakken gözlerim dışarıya takıldı. Dışarıda deli gibi yağmur yağıyordu. Benim üzerimde ise sıfır kollu beyaz bir tişört vardı. Evin içi oldukça sıcak olmalıydı ki üşümüyordum bile.

"Gguk maaşımı bugün alamadığım için yatıramadım faturayı" mahçup bakışlarla bana baktığında elimdeki bıçağı bırakarak tezgaha yaslandım. Bakışlarımızı buluşturduğumuzda gülümseyerek oturduğu sandalyenin önüne geçtikten sonra çömeldim. Eğdiği başı sayesinde boylarımız eşitlendiğinde ellerimi yanaklarına yasladım. "Sorun değil tamam mı sıkma canını" diyerek gülümsediğimde gözlerimizi buluşturdu. "Gerçekten çok özür dilerim be- ben.." konuşmasına izin vermeden dudaklarına bir öpücük kondurarak geri çekildim.

"Sürekli sarılırsak üşümeyiz ki" dediğimde gülümsemiş eğdiği başını kaldırmıştı.

Ondan sonra iki gün boyunca sürekli dip dibe oturmuştuk. Yemin ederim bir kez bile üşüdüğümü hissetmemiştim. Kalbim sıcacıktı.

Dışarı buz gibiydi ama ben üşümüyordum.

Dışarısı buz gibiydi ama ben üşümüyordum.

Üşüyen kalbimdi. Üşüyen yıllardır sahipsiz kalan kalbimdi. Onu ısıtacak ne bir aile ne de aile gibi gördüğüm bir adam yoktu artık. Beni en çok üşüten de buydu.

Kucağıma aldığım küçük kızla aşağı inip yemek odasına girdiğimizde onu uzun yemek masanın en başında sırtı dönük bir şekilde görmüştüm. Otururken omuzları dik olurdu. Evinde olmasına rağmen takım elbiseleriyle yemeğe otururdu. Gerçi onu bu evde hiç gündelik kıyafetleriyle görmemiştim.

fifty-eighth sonnet \\ taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin