Bölüm 2 - Toprak

5.6K 651 264
                                    

        Hayat dediğiniz denklemde ruhununuza ektiğiniz tohumlarla topraktan olan varlık dünyanız eşitlik sağlayamıyorsa, problem büyük demektir. Ama problemin daha büyüğü sizin eşitliğinizi başlarının koymasıdır.

      Dört veya beş yaşlarındaydım. Belki de  ailemin ilk erkek evladı olmam hasabi ile üzerimde çoğu akranımı şımartacak ilgi ve sevgi vardı. Lakin ben hiçbir zaman şımarık ve ukala olmadım. Bana verilen sevgiyi çarçur etmez, içimde derinlerde bir yerde saklardım. Harçlıklar için aynı şeyi söyleyemem tabi. Ama bir kişiyi sevmek onun denkleminde karar mekanizması olmak demek değildir. Babamın İstanbul'dan getirmiş olduğu sarı renkli, kısa pantolonlu, gömleğin sol üst cebinde kırmızı bir bisiklet olan takımı giymemek için saatlerce ağlardım. Onlarda giydirmek için saatlerce uğraşırdı. Komşunun oğluna vermekle tehdit edip o zamanlar içime kaybetmenin korkusunu aşılamaya çalışırlardı belki de.

        Kaybetmek, kaybolmanın bir öncesi. Ama o sarı takımı hiçbir zaman kaybetmedim, şimdilerde büyük ablamın oğlu giyiyor, ama ağlayarak değil. Ağlama sebebim mi? Pantolon kısa olduğundan bacaklarım görünürdü ve ben bundan utanırdım. Belki de o zamanlardan kendiyle barışık bir insan değildim yada o zamanlardan farkımla farklıydım. Herkesin doğru gördüğü bana göre eğriydi. Zaten bize lazım olanda bize göre olanı değil mi?

        Üzerinde kırmızı bisiklet olan sarı renkli kısa pantolonlu takımımı kaybetmemiştim ama bana lazım olan birçok şeyi kaybetmiştim. İnsan neden hep sevdiği, benimsediği, özümsediği şeyleri kaybeder ki. Bu yaratıcının bir kuralı olabilir belki de. Bir şeyi ondan çok seversen onu senden alırmış. Bunu Hz. Mevlana (k.s) 'dan bahseden bir kitapta okumuştum. Ama zaten bir şeyi sevmiyorsan kaybetmiş olmazsın ki, onu sahiplenmediğin için senden giden bir şeyde olmaz hayliyle. Sarı takımımı sevmiş olsaydım eğer yeğenimin üzerinde gördüğüm zaman onu kaybettiğimi düşünecektim belki de, aradan onca zaman geçmesine ve artık benim işime yaramayacak olduğunu bilmeme rağmen.

        Sevgi böyle bir şey işte. Bir şeyi sevdiğiniz zaman işinize yarıyor mu yaramıyor mu pek düşünmezsiniz, bunun yanlış veya doğru olduğu tartışılabilir. Ama eğer bir şey sizden bir parçaysa  ve yahut  siz bir şeyin parçasıysanız onu sever kahrına da lütfuna da hoş dersiniz. Bu hep böyle olmuştur. O yüzden sizin denkleminizin eşitliği size aittir, sizi sizden başkası bilemez. Düşünüyorum da hep başkalarının bizim denklemimize eşitlik koyması bizi mutsuz etmiş olabilir. Belki sırf bu yüzden filiz veremedi kalbimize ektiğimiz tohumlar. İki seçeneğimiz vardı. Ya toprağın değişmesi yada tohumun toprak altında yok olup gitmesi gerekiyordu.

        Sizi bilmem ama ben kaybolmak istemiyordum. Gerekirse o tohum çürüyüp gübre olacak, toprağı değiştirecek ama yok olmayacaktım lakin koca dünyada tek başına olmak yoruyor insanı. " Kalabalık içinde  yalnız kalmak " diye bir deyim vardır. Belki hayattaki hiçbir şey sizi bu kadar yoramaz. Anlaşılamamak kaybetmekten biraz daha acıdır. Bu böyle kalacağıma ölseydim sözünün kullanıldığı durumlara benzer. Konuşuyorsunuz duymuyorlar, anlatıyorsunuz anlamıyorlar, gösteriyorsunuz görmüyorlar. O zaman ne gerek var bu dile, bu kulağa, bu akıla diye düşünüyorsunuz. Ama her şey o kadarda basit olmuyor. " İnsanın kanına aşk bulaştığı zaman düşünmekte yetmiyor..."

 Sonrası Bölüm 3' de...

 Not: Yorumlarınızı eleştiri, tavsiye ve düşüncelerinizi yazmanızı rica ediyorum beğeni ve takiplerinizi de ihmal etmeyin...

İsra – aşk'a yürürken kitabımın facebook sayfası açılmıştır. Beğeni ve takiplerinizi bekliyorum.

https://www.facebook.com/askayururken

isra - Aşk'a YürürkenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin