XII
Hapishane uzaktı, vakit de geç olmuştu, bu yüzden Nehlüdov bir araba tutup hapishaneye gitti. Zeki ve temiz yüzlü, orta yaşlı bir adam olan arabacı bir sokaktan geçerken Nehlüdov'a dönüp yeni yapılan büyük bir binayı gösterdi.
Sanki bu inşaatın yapılmasına neden olan biraz da kendisiymiş ve bundan gurur duyuyormuş gibi:
"Şuna baksanıza ne kadar büyük bir ev dikmişler," dedi.
Gerçekten de ev çok büyüktü ve alışılmamış, karmaşık bir tarzda yapılmıştı. Demir bağlantılarla tutturulmuş büyük çam kütüklerinden sağlam kalaslar yüksek binanın etrafını çeviriyor ve binayı sokaktan ayırıyordu. Üstleri başları kireç içindeki işçiler tahta iskelelerin üstünde gidip geliyorlardı; kimileri taş döşüyor, kimileri taş yontuyor, kimileri de dolu kovaları yukarı, boşları aşağı taşıyorlardı.
Şişman, iyi giyimli bir bey, herhalde binanın mimarı, kerestelerin yanında duruyor ve saygıyla kendisini dinleyen Vladimir'li kalfaya yukarıdaki bir şeyi göstererek konuşuyordu. Kalfayla mimarın yanındaki kapıdan boş at arabaları dışarı çıkıyor, doluları içeri giriyordu.
Nehlüdov eve bakarak, "Bu insanların hepsi de, çalışanlar da, onları çalıştıranlar da böyle olması gerektiğinden, kendi evlerinde hamile karıları kaldıramayacakları kadar ağır işler yaparken ve paçavradan başlık giymiş bebekleri, yakın zamanda açlıktan ölmeden önce bacaklarını sallayarak acı acı gülümserken, tam da kendilerini soyup soğana çeviren kim bilir hangi aptal, hangi gereksiz adam için bu gereksiz ve aptal konağı yapmak zorunda olduklarından ne kadar da eminler," diye düşünüyordu.
"Evet, saçma bir bina," diye düşüncesini yüksek sesle belirtti.
"Saçma mı?" diye itiraz etti arabacı gücenerek. "Teşekkür etmek gerek, halka iş sağlıyor, hiç de saçma değil."
"Ama gereksiz bir iş."
"Yaptıklarına göre gerekli demektir," diye karşı çıktı arabacı, "milletin karnı doyuyor ya."
Tekerleklerin gürültüsünden konuşmak zorlaştığı için Nehlüdov sustu. Hapishanenin yakınlarında arabacı taş döşenmiş yoldan şoseye geçti. Böylece konuşmak da kolaylaşmış oldu. Arabacı, tekrar Nehlüdov'a dönüp, ellerinde testereleri, keserleri, sırtlarında gocukları ve omuzlarında torbalarıyla karşıdan yürüyerek gelen köylü işçi grubunu göstererek:
"Bu milleti kente akın akın getiren şey hırstır," dedi.
"Eski yıllara göre daha fazla mı geliyorlar?" diye sordu Nehlüdov.
"Hem de nasıl! Her yere öyle bir doluşuyorlar ki felaket. Her yer dolu."
"Bunun nedeni ne peki?"
"Nüfus arttı. Gidecek yer kalmadı."
"Artarsa artsın, ne olmuş? Neden köyde kalmıyorlar?"
"Köyde yapacak bir şey yok ki. Toprak yok."
Nehlüdov yarasına dokunulmuş gibi hissetti. İnsan sanki inadına yapar gibi gider, hep yaralı yerini çarpar, bunun tek nedeni ise çarptığını ancak yaralı yerini vurunca fark etmesidir.
"Acaba durum her yerde aynı mı?" diye geçirdi içinden ve arabacıya köylerindeki toprağın, arabacının toprağının ne kadar olduğunu ve neden kentte yaşadığını sordu.
"Beyim, bizim köyde adam başına bir desyatinalık toprak vardır. Biz üç kişiyiz," diye hevesle anlatıyordu arabacı. "Benim evde babamla erkek kardeşlerimden biri kaldı, öbürü askerde. İşi onlar yürütüyorlar. Yürütecek bir şey yok ya. Kardeşim de Moskova'ya gitmek istiyor."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Diriliş
General FictionTolstoy'un en önemli üç romanından biri olan Diriliş, insanın yozlaşmış toplum içinde geçirdiği sarsıcı değişimin, vicdanla dirilişin romanıdır. Zengin Prens Nehlüdov, hizmetçi Maslova'yı baştan çıkarıp terk ederek hırs ve arzularının peşinden gider...