III
Nehlüdov, Kuzminsk'ten, Katyuşa'yı tanıdığı, kendisine halalarından miras kalan yurtluğa gitti. Bu yurtlukta da toprak meselesini aynen Kuzminsk'te yaptığı gibi halletmek, bundan başka Katyuşa ve bebeğiyle ilgili öğrenebileceği her şeyi, bebeğin öldüğü doğru mu, ölüm nedeni neydi gibi soruların yanıtlarını öğrenmek istiyordu. Panovo'ya sabah erken geldi. Avluya girdiğinde onu şaşırtan ilk şey, bütün binaların, özellikle de evin terk edilmiş ve harap görünüşü oldu. Bir zamanlar yeşil olan, nicedir boya yüzü görmemiş teneke çatı pastan kırmızı bir renk almış, fırtınadan birkaç parçası yukarı kalkmıştı; evin dış yüzünü kaplayan ince tahtalar, kolayca sökülebilecek yerlerde paslı çivileri gevşetilmek suretiyle insan eliyle çıkartılmıştı yer yer. Merdivenlerin her ikisi de, öndeki merdiven ve aklında özellikle kalmış olan arka merdiven çürümüş, kırılmış, yalnızca kalasları kalmıştı; bazı pencerelere cam yerine ince tahtalar çakılmıştı, kâhyanın oturduğu ek bina da, mutfak da, at ahırları da, velhasıl her şey harap ve griydi. Bir tek bahçe, bozulmak bir yana büyüdükçe büyümüş ve şu anda her yan çiçeğe kesmişti; çitin arkasından vişne, elma ve erik çiçekleri ak bulutlar gibi görünüyordu. Leylaklar da tıpkı bundan on dört yıl önce, Nehlüdov'un on sekiz yaşındaki Katyuşa'yla yakalamaca oynadığı ve düşüp, ısırganların elini daladığı zamanki gibi çiçek açmıştı. Sofya İvanovna tarafından evin yakınına dikilmiş olan ve o zamanlar kazıktan farksız görünen karaçam şimdi sarımsı yeşil tüylü yapraklara bürünmüş, kerestelik koskoca bir ağaç olmuştu. Irmak, kıyılara vuruyor, değirmene giden arklardan gürültüyle dökülüyordu. Irmağın ötesindeki çayırda köylülere ait alacalı bir sürü otluyordu. Din okuluna gitmiş ama bitirememiş kâhya, Nehlüdov'u avluda gülümseyerek karşıladı, gülümsemeye devam ederek onu idare binasına çağırdı ve adeta özel bir şey vaat eden gülümsemesini sürdürerek duvarın öbür tarafına gitti. Duvarın arkasında önce bir fısıldaşma oldu, sonra fısıltılar kesildi. Arabacı bahşişini alıp arabasının çıngıraklarını çala çala avludan çıktı, ortalık sessizliğe büründü. Daha sonra pencerenin önünden çıplak ayaklı, sırtında işlemeli bir gömlek, kulaklarında küpeler olan bir kız koşarak geçti, kızın arkasından da bir köylü, topukları çivili kalın çizmelerini basılmaktan sertleşmiş patikaya vura vura koşup gitti.
Nehlüdov pencerenin önüne oturmuş, bahçeye bakıyor, çevreye kulak kabartıyordu. İki kanatlı küçük pencereden, Nehlüdov'un terli alnına düşmüş saçlarını ve bıçakla oyulmuş pencere kenarında duran not kâğıtlarını hafif hafif kımıldatan taze ilkbahar havası ve sürülmüş toprak kokusu geliyordu. Nehir kıyısından köylü kadınların birbiri arkasına indirdikleri çamaşır tokmaklarının "pat pata pat" sesleri duyuluyordu. Bu sesler ırmağın güneşte pırıl pırıl parlayan akıntısı boyunca dağılıyor, değirmene akan suyun tekdüze sesi de işitiliyordu. Bir sinek Nehlüdov'un kulağının yanından ürkek bir vızıltıyla geçti.
Ve Nehlüdov, bir zamanlar, henüz masum bir delikanlı olduğu zamanlarda da burada, bu nehirde, ıslak çamaşıra vurulan bu tokmak seslerini değirmenin tekdüze gürültüsü arasından aynı bu şekilde işittiğini, ilkbahar rüzgârının ıslak alnındaki saçları ve bıçakla oyulmuş pencere önündeki kâğıtları aynı bu şekilde kımıldattığını, kulağının yanından aynen böyle bir sineğin ürkekçe uçtuğunu anımsadı birden. O zamanlarki on sekizlik delikanlı değildi ama kendisini aynı o zamanki gibi, o tazelikte, o saşıkta ve geleceğe yönelik çok büyük olanaklara sahip biri gibi hissediyordu. Öte yandan tıpkı insanın düşündeki gibi, böyle bir şeyin artık olmadığını da biliyordu. İçini korkunç bir üzüntü kapladı.
"Yemeği ne zaman emredersiniz?" diye sordu kâhya, gülümseyerek.
"Ne zaman isterseniz, aç değilim. Köyü dolaşacağım biraz."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Diriliş
Ficción GeneralTolstoy'un en önemli üç romanından biri olan Diriliş, insanın yozlaşmış toplum içinde geçirdiği sarsıcı değişimin, vicdanla dirilişin romanıdır. Zengin Prens Nehlüdov, hizmetçi Maslova'yı baştan çıkarıp terk ederek hırs ve arzularının peşinden gider...