XXIIArabacı yokuşu çıkınca başını arkaya çevirip:
"Hangi otele gidelim?" diye sordu.
"Hangisi daha iyi?"
"Sibirskaya daha iyidir. Ama Dük'ünki de güzeldir."
"Hangisini istersen."
Arabacı yine yan oturup arabayı hızlandırdı. Kent, bütün kentler gibiydi; aynı yeşil çatılı evler, aynı kilise, anacadde üzerinde aynı dükkânlar ve hatta büyük kentlerdeki gibi büyük mağazalar. Yalnız evlerin hemen hemen hepsi ahşap, caddelerse topraktı. Arabacı, troykayı en hareketli caddelerden birinde, bir otelin kapısının önünde durdurdu. Ancak otelde boş oda olmadığı öğrenilince öbür otele gitmek gerekti. Bu otelde yer vardı ve böylece Nehlüdov, alışkın olduğu, oldukça temiz ve rahat koşullara iki aydan sonra ilk kez kavuşmuş oldu. Nehlüdov, kendisini götürdükleri oda ahım şahım bir şey olmasa da hanlardan ve menzil binalarından sonra büyük bir rahatlama hissetmişti. Öncelikle menzil ziyaretlerinden sonra hiçbir zaman tümüyle kurtulamadığı bitlerden temizlenmesi gerekiyordu. Eşyalarını yerleştirdikten sonra hemen hamama, oradan da kolalı gömleğini, pilili pantolunu, redingotunu ve paltosunu giymek suretiyle kent düzenine ayak uydurarak bölge valisine gitti. Otel kapıcısının getirdiği besili, iri bir Kırgız atının koşulu olduğu araba, Nehlüdov'u önünde nöbetçilerle bir polis memurunun durduğu büyük, güzel bir binaya götürdü. Binanın önü ve arkası bahçeydi. Bahçede çıplak dalları göğe yükselen kavak ve kayınların arasında çamlar, köknarlar ve ladinler yemyeşil görünüyordu.
General hastaydı, ziyaretçi kabul etmiyordu. Nehlüdov yine de uşaktan kartvizitini götürüp vermesini rica etti ve uşak olumlu bir yanıtla geri geldi:
"Sizi çağırmamı buyurdular."
Her şey, giriş, uşak, emireri, merdiven, parkeleri pırıl pırıl cilalı salon Petersburg'u andırıyordu, sadece biraz daha pis, biraz daha abartılıydı. Nehlüdov'u bir çalışma odasına buyur ettiler.
Şiş suratlı, patates burunlu, alnında ve çıplak kafasında yumrular, gözlerinin altlarında torbalar olan general, sırtında Tatar işi ipek bir robdöşambr, elinde sigarası oturmuş, gümüş zarşı bir bardaktan çay içiyordu.
"Merhabalar efendim! Sizi bu kılıkta kabul ettiğim için bağışlayın, hiç kabul etmemekten iyidir yine de," dedi, robdöşambrıyla kalın, kat kat kırışık ensesini örterek. "Hiç iyi değilim, dışarı çıkamıyorum. Bu kuş uçmaz kervan geçmez yere sizi hangi rüzgâr attı?"
"Bir mahkûm kafilesinin peşinden geldim. Bu kafilede bir yakınım var," dedi Nehlüdov. "Şimdi de kısmen bu kişi için, kısmen de bir başka mesele için ekselanslarından ricada bulunmaya geldim."
General sigarasından bir nefes çekti, çayından bir yudum içti, sigarasını malakit küllükte söndürdü ve parlak, şiş gözlerini Nehlüdov'dan ayırmaksızın dikkatle dinledi. Nehlüdov'un sözünü sadece sigara isteyip istemediğini sormak için kesti.
General, liberalliğin ve insanseverliğin mesleğiyle bağdaşabileceğini düşünen aydın askerlerdendi. Fakat zeki ve iyi yürekli bir insan olarak böyle bir bağdaşmanın mümkün olmadığını çok kısa bir sürede hissetmiş ve sürekli içinde bulunduğu iç çelişkiyi görmemek için askerler arasında çok yaygın olan içki içme alışkanlığına kendini giderek daha fazla kaptırmıştı. Bu alışkanlığa öyle bir sarılmıştı ki otuz beş yıllık askerlik hizmetinden sonra hekimlerin alkolik diye adlandırdıkları bir adam olup çıkmıştı. Leş gibi içki kokuyordu. Kendini sarhoş hissetmesi için herhangi bir sıvı içmesi yeterliydi. İçki içmek onun için öyle bir gereksinim halini almıştı ki onsuz yaşayamıyor ve her gün akşama doğru körkütük sarhoş oluyordu. Gerçi bu duruma alışmıştı, yürürken yalpalamıyor, konuşurken pek fazla saçmalamıyordu. Saçmalamış olsa da öyle önemli bir konumda bulunuyordu ki ağzından çıkan sözlerin akıllıca sözler olduğu kabul ediliyordu. Bir tek sabahları, tam da Nehlüdov'un onunla görüştüğü bu saatlerde akıllı bir adama benziyor, kendisine söylenen şeyleri anlayabiliyor, yinelemeyi sevdiği, "Hem sarhoş hem akıllı, iki işe de yararlı" atasözünü az ya da çok başarıyla yerine getirebiliyordu. Üst makamlar onun bir ayyaş olduğunu biliyorlardı ama başkalarına göre daha kültürlüydü –gerçi okumuşluğu da ayyaşlık illetine yakalandığı noktada kalmıştı ya–, cesur, becerikli, saygı uyandıran biriydi, sarhoşken bile nazik davranmayı becerirdi, bu yüzden de işgal ettiği bu sorumluluk gerektiren önemli yere atamışlar ve burada tutmaya devam ediyorlardı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Diriliş
Narrativa generaleTolstoy'un en önemli üç romanından biri olan Diriliş, insanın yozlaşmış toplum içinde geçirdiği sarsıcı değişimin, vicdanla dirilişin romanıdır. Zengin Prens Nehlüdov, hizmetçi Maslova'yı baştan çıkarıp terk ederek hırs ve arzularının peşinden gider...