XXVII - XXVIII - XXIX

87 2 0
                                    


XXVII


Nehlüdov'u Petersburg'da alıkoyan son iş, tarikatçıların davasıydı. Onlar için yazdığı bir dilekçeyi alaydan eski arkadaşı yaver Bogatırev aracılığıyla çara vermek niyetindeydi. Sabahleyin Bogatırev'e gitti ve onu evde yakaladı. Henüz çıkmamış, kahvaltı ediyordu. Bogatırev, kısa boylu, tıknaz, ender görülen bir fiziksel güce sahip –at nalını bükerdi–, iyi, dürüst, doğru sözlü, üstelik serbest düşünceli bir adamdı. Bu özelliklerine rağmen saraya yakın biriydi, çarı da çarın ailesini de severdi ve bu yüksek ortamda yaşarken burada yalnızca iyi şeyleri görmeyi, dürüst olmayan, kötü hiçbir şeye karışmamayı şaşırtıcı bir şekilde becerirdi. Hiçbir zaman ne insanları, ne de yapılan işleri kınamaz, ya susar ya da cesaretle, bağırır gibi yüksek bir sesle söylemesi gerekeni söyler, bu arada da genellikle aynı yüksek sesle kahkahalar atardı. Politik davranmak için değil, karakteri böyle olduğu için yapardı bunu.

"Ne iyi ettin de geldin. Kahvaltı etmek ister misin? Etmeyeceksen buyur otur. Biftek harika. Her zaman sıkı bir şeyle başlar ve bitiririm. Ha, ha, ha! O zaman şarap iç," diye bağırdı, kırmızı şarap dolu sürahiyi göstererek. "Ben de seni düşünüyordum. Dilekçeyi ben vereceğim. Eline vereceğim, doğru söylüyorum; yalnız önce Toporov'a gitsen daha iyi olmaz mı diye geldi aklıma."

Toporov adı geçince Nehlüdov yüzünü buruşturdu.

"Bütün iş ona bağlı. Zaten yine ona soracaklar. Belki senin işini kendisi görüverir."

"Git diyorsan, giderim."

"Çok güzel. E, Piter[75] seni nasıl etkiliyor bakalım?" diye bağırdı Bogatırev. "Söylesene."

"Hipnotize olmaya başladığımı hissediyorum," dedi Nehlüdov.

"Hipnotize olmaya mı başlıyorsun?" diye yineledi Bogatırev ve yüksek sesle gülmeye başladı. Peçeteyle bıyıklarını sildi. "Gideceksin yani? Ha? Eğer Toporov bir şey yapmazsa bana ver dilekçeyi, yarın ben teslim ederim," diye bağırdı ve masadan kalkıp, ağzını silerkenki gibi bilinçsizce geniş bir haç işareti yaparak kılıcını takmaya koyuldu. "Şimdilik hoşça kal, gitmem gerekiyor."

Nehlüdov, Bogatırev'in güçlü, geniş elini memnuniyetle sıkarak:

"Birlikte çıkalım," dedi ve her zaman olduğu gibi, sağlıklı, ne olduğunu bilmediği, taze bir şeyin hoş etkisi altında Bogatırev'le kapıda vedalaştı. Nehlüdov, ziyaretinden iyi bir şey beklemese de Bogatırev'in öğüdünü dinleyerek tarikatçıların davasının bağlı olduğu kişiye, Toporov'a gitti.

Toporov'un yaptığı görev, ancak kafası çalışmayan ve ahlak duygusundan yoksun birinin göremeyeceği bir çelişki içeriyordu. Toporov bu iki olumsuz özelliğe de sahip biriydi. Yaptığı görevdeki çelişki, bu görevin amacının, bizzat Tanrı tarafından belirlenmiş olan ve ne cehennem kapılarıyla ne de insanların çabalarıyla sarsılması mümkün olmayan kiliseyi, zor kullanmak da dahil, gözle görülür birtakım yöntemlerle korumak olmasından kaynaklanıyordu. Toporov'un memurlarıyla birlikte başında bulunduğu beşeri kurum, hiçbir şekilde sarsılamayacak olan bu tanrısal kurumu korumak zorundaydı. Toporov bu çelişkiyi ya görmüyordu ya da görmek istemiyordu. Bu yüzden de Katolik ya da Protestan bir papazın ya da bir tarikatçının, cehennem kapılarının bile sarsamayacağı kiliseyi yıkmaması için çok ciddi çabalar gösteriyordu. Temel din duygusundan, insanların eşitliği ve kardeşliği düşüncesinden yoksun bütün insanlar gibi Toporov da halkın, kendisinden çok farklı yaratıklardan oluştuğuna ve yokluğu halinde kendisinin çok daha rahat edeceği birtakım şeylerin halk için gerekli olduğuna inanıyordu. Kendisi de ruhunun derinlerinde hiçbir inanca sahip olmasa ve bu durumu çok rahat ve hoş bir şey olarak görse de halkın bu duruma gelmesinden korkar ve onu bundan kurtarmayı en kutsal görev saydığını söylerdi.

DirilişHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin