XIXGökyüzü yıldız yıldızdı. Nehlüdov, yer yer donmuş çamurlu yoldan kaldığı hana dönüp, karanlık bir pencereyi tıklattı. Geniş omuzlu genç işçi yalınayak gelip kapıyı açarak sahanlığa buyur etti. Sahanlığın sağ yanında, rengi kararmış kulübede kalan arabacıların gürültülü horlamaları geliyordu; kapıyı geçtikten sonra ileride avludan, çok sayıda atın yulaf yediği duyuluyordu. Soldaki kapı temiz bir odaya açılıyordu. Bu temiz odanın içi buram buram pelin ve rutubet kokuyor, bölmenin arkasından birilerinin güçlü ciğerlerinden çıkan tekdüze bir horultu duyuluyor ve ikonaların önünde kırmızı şişeli bir lamba yanıyordu. Nehlüdov soyundu, muşamba kaplı divanın üzerine battaniyeyi serdi, kendi deri yastığını da koyup, o gün gördüklerini, duyduklarını düşünerek yattı. Nehlüdov'un gördüklerinin içinde ona en korkunç gelen, başını bir mahkûmun bacağına koymuş, fıçıdan sızan pis suların üstünde uyuyan küçük çocuktu.
Simonson ve Katyuşa'yla bu akşam yaptığı konuşmanın hiç beklenmedik, önemli bir konuşma olmasına karşılık bu olay üzerinde durmuyordu: Bu konudaki tutumu çok karmaşık, aynı zamanda da belirsizdi, bu yüzden bu konuyla ilgili düşünceyi kafasından uzaklaştırdı. Fakat o boğucu havada zor soluk alan, fıçıdan sızan pis suların üzerine yatmış o zavallı insanların ve özellikle de aklından hiç çıkmayan o, başını bir kürek mahkûmunun bacağına koyup uyuyan masum yüzlü çocuğun görüntüsü capcanlı bir şekilde gözünün önüne geliyordu.
Uzaklarda bir yerlerde birtakım insanların diğer insanları her tür ahlaksızlığa, insanlık dışı hakaretlere ve acılara uğratarak işkence ettiklerini bilmek başka, üç ay boyunca hiç aralıksız bu ahlaksızlığı, birtakım insanların diğerlerine yaptıkları bu işkenceyi kendi gözleriyle görmek bambaşka bir şeydir. İşte Nehlüdov bunu görmüştü. Bu üç ay boyunca "Ben mi aklımı kaçırdım da başkalarının görmedikleri bir şeyi görüyorum, yoksa benim gördüğüm şeyleri yapanlar mı aklını kaçırmış?" sorusunu kim bilir kaç kez kendine sormuştu. Fakat insanlar (sayıları da öyle çoktu ki bunların) onu o kadar çok şaşırtan ve korkutan bir şeyi sadece böyle gerektiğine değil, aynı zamanda yaptıklarının çok önemli ve çok yararlı bir iş olduğuna öyle rahatça inanarak yapıyorlardı ki bu insanların hepsinin deli olduğunu kabul etmek zordu; düşüncelerinin ne kadar açık olduğunu bildiğine göre kendisini de deli sayamazdı. Bu yüzden de şaşkınlıktan şaşkınlığa düşüyordu.
Bu üç ay boyunca Nehlüdov'un gördükleri gözünün önünde şöyle canlanıyordu: Özgür yaşayan insanlar arasından yargı ve yönetim aracılığıyla en sinirli, en kızgın, en heyecanlı, en yetenekli, en güçlü ve başkalarına göre daha az açıkgöz ve dikkatli insanlar seçilip ayıklanıyordu ve özgür kalanlara kıyasla hiçbir zaman daha fazla suçlu ya da toplum için tehlikeli olmayan bu insanlar, birincisi aylarca ve yıllarca tam bir tembellik içinde, geçimi sağlanarak ve doğadan, ailesinden, çalışmaktan uzak, yani insanın tüm doğal ve manevi yaşam koşullarından uzak zindanlara, menzil binalarına hapsediliyorlardı. Bu birincisiydi. İkincisi, bu insanlar, bu kurumlarda gereksiz her tür hakarete, zincire vurulmaya, kafasının tıraş edilmesine, rezil bir giysiyle dolaşmaya zorunlu kılınıyor, yani zayıf insanların iyi bir yaşam sürmeleri için başlıca itici güç olan insan olma düşüncesinden, utanmaktan, insanlık onurundan yoksun kalıyorlardı. Üçüncüsü, güneş çarpması, boğulma, yangın gibi istisnai durumları bir yana bırakırsak hapishanelerde her gün karşı karşıya bulundukları bulaşıcı hastalık, aşırı yorgunluk, dayak gibi tehlikelere açık olan bu insanlar sürekli olarak en iyi, en güzel ahlaklı insanın bile kendini koruma duygusuyla en korkunç davranışları gösterdiği ve aynısını yapan başka insanları bağışladığı bir durumda bulunuyorlardı. Dördüncüsü, bu insanlar, yaşamın (özellikle de bu kurumların) aşırı derecede ahlaksızlaştırdığı insanlarla, katillerle, kötü insanlarla zorla bir arada tutuluyorlardı. Bu kötü insanlar, uygulanan yöntemlerle, henüz ahlakı tam olarak bozulmamış insanlar üzerinde mayanın hamura yaptığı etkiyi yapıyorlardı. Beşinci ve en sonuncusu, bu etkiler altında kalan insanların hepsine her tür zorbalığın, zalimliğin, caniliğin hükümet tarafından bırakın yasaklanmayı, üstüne üstlük işine geldiği zaman göz yumulduğu düşüncesi aşılanıyordu. Hem de en inandırıcı yöntemle, özellikle de bu insanların bizzat kendilerine karşı uygulanan her tür insanlık dışı davranış gibi, çocuklara, kadınlara, yaşlılara işkence etmek, dayak atmak, kamçılamak, kaçan birini ölü veya diri getirene ödül vermek, karı kocaları birbirinden ayırıp, başkalarının karılarını başkalarının kocalarıyla birlikte yaşamak üzere bir araya getirmek, kurşuna dizmek, ipe çekmek gibi etkili yöntemlerle aşılanıyordu.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Diriliş
Fiksyen UmumTolstoy'un en önemli üç romanından biri olan Diriliş, insanın yozlaşmış toplum içinde geçirdiği sarsıcı değişimin, vicdanla dirilişin romanıdır. Zengin Prens Nehlüdov, hizmetçi Maslova'yı baştan çıkarıp terk ederek hırs ve arzularının peşinden gider...