Bölüm 2
Kısa bir süre önce yukarıdan baktığı kaldırımla buluşmuştu. Yine ölmedi. Yine ölemedi. Mantıken ve var olan her türlü bilimsel kurala göre öyle olması gerekiyordu. Ama olmadı.
Yere yüzüstü düşmek değil de bir duvara doğru hızlıca çarpmak gibiydi yaşadığı. Onu biraz sersemletti ama öldürmedi. Bedeninin altındaki yerin, dayandığı bir duvar değil de üstünde yattığı kaldırım olduğunu hatırlamak için hareket etmesi gerekmişti. Bu ani kavramsal değişim başını daha da döndürdü. Yine de hiçbir şey olmamış gibi yerden kalkması onu olması gerektiği kadar tuhaf hissettirmedi. Aynı şeyi daha önce birkaç kez deneyimlemişti çünkü. İlk yaptığı şey kendini yoklamak oldu. Ellerini vücudunda gezdirdi ama herhangi bir yaralanmaya rastlamadı. Rahat bir nefes verdi. Ama niyetinin zaten kendine zarar vermek olduğu o an aklında değildi.
Kendini yakmak hariç aklına gelen her yöntemi denemişti. Bazen çözüm onda mı ki diye düşünüyordu ama bu cesaret edebileceği bir şey değildi. Uçmak gibi hissettirdiği için en sevdiği yöntem bir yerden atlamaktı. Son birkaç seferdir bu yöntemi deniyordu o yüzden.
Aklı başına geldiğinde üstündeki tozları silkeleyip kendine çeki düzen verdi. Gören kimse olup olmadığını anlamak için etrafına bakındı. Bir laboratuvara kapatılıp incelenmek istemediğinden hep dikkatli davranıyordu ama zaten o dikkat etmese bile kimse görmüyor gibiydi. Sanki doğa kendisi için onun sırrını saklıyordu.
Beklediği başarısızlıktan sonra hayatının en normal gününü geçirmiş gibi geldiği yoldan geri dönmeye koyuldu. Elleri ceplerinde, hayattan bıkkın halde öylece yürürken gelirken orada olmayan bir kargaşa çekti dikkatini. Olayın etrafına toplanmış insanların arasından kısaca görebildiği kadarıyla bir trafik kazası yaşanmıştı. Birileri, "Ölmüş. Ölmüş," diye bağırıyordu. "Şanslıymış," diye fısıldadı Hilal. "Ben yine beceremedim."
Bundan hiç hoşlanmasa da kalabalığın arasından geçmesi gerekecekti. Günün onu daha ne kadar hayal kırıklığına uğratabileceğini düşündü. İnsanlara olabildiğince değmemeye çalışarak ilerledi. Yüzünde tiksinir bir ifade vardı. Nihayet içlerinden çıkabildiğinde rahat bir nefes almak için başını kaldırdı. O anda biriyle göz göze geldi. Gözleri buluştuktan sonra daha önce hiç görmediği bu genç adamın yüzünde şaşkın bir ifade oluştu. Uzaylı ya da hayalet görmüş gibiydi. Yanından geçip gidene kadar gencin gözlerine bakmaya devam etti. O bunu yaptıkça gencin yüzü daha da şaşkın bir hal alıyordu. Hilal onun varlığını tamamen unutmadan önce iyi göründüğünü düşündüğü sadece. Kendisine attığı bakışları umursamamıştı bile. Ölümsüzlük gibi bir derdi vardı ve o günün gündemi buydu. Dünyadaki herhangi bir insan bunu bir lütuf olarak görürdü ama bu lütuf gelip de hayattan ölümden başka bir beklentisi olmayan birini bulmuştu. Dalga geçer gibi.
Giderken düşük de olsa son kez görüyor olma ihtimaline karşı özenle baktığı, dinlediği, kokladığı hiçbir şeye dikkat etmiyordu artık. Hiçbiri umurunda değildi. Kendini benzettiği düşen yaprağın arkadaşlarını hırsla ezerek geçti üstlerinden. Çıkardıkları sesten az da olsa zevk aldı. Onlar bile ölebilecek kadar şanslıydı çünkü.
"Hilal." Seslenen Ayşe teyzeydi. "Çabuk döndün."
Kadının niyeti o olmasa da Hilal bunu bir ima olarak algıladı. Ters bir şey söylemek istemiyordu ama o an içinde olumlu hisler taşıyan tek bir hücre yoktu. "Evet, Ayşe teyze. Gidemediğimden çabucak döndüm." Duvarın önüne dizdiği kapları tekrar toplamaya girişti. Kediler yedikten sonra alıyordu çünkü çöpçüler içlerindekileri döküp kapları alıyordu. Sırf bu durumlarda kullanmak için internetten küfür öğrenmişti. Kediler yemeklerini yedikten sonra ortadan kaybolmuşlardı. En azından onları severek biraz olsun moral bulmayı umuyordu. O aklından bunları geçirirken Ayşe teyze de onu izliyordu. İlk kez onu görür görmez mahalle dedikodularına girişmemişti.
"Geri dönmene sevindim," dedi bir anda. Hilal başını kaldırıp şaşkınca ona baktı. Dediği şeyi algılayabildiği anda yüzü ondan habersiz bir gülümseme yarattı. Geri dönmesine sevinen biri vardı. Panikledi. Çünkü böyle şeylere alışık değildi. Ne yapması, ne hissetmesi, karşılığında ne söylemesi gerektiğini bilmiyordu. Ama kadın onun -kediler dışındaki bir şeye- ilk kez gülümseyen yüzünden almıştı karşılığını. Hilal kendini daha da tuhaf hissetmesin diye yine üst komşusunun kocaya kaçıp aylar sonra eve dönen kızından bahsetmeye başladı.
Ayşe teyze yine dedikoduya başlar başlamaz rahatladı. Belki de ilk kez onları duyduğuna seviniyordu. Kendini ona karşı bir de bunun için minnettar hissetti. Ama yine de durup dedikodu dinlemesinin imkanı yoktu. O yüzden kadına teşekkür edip karşılığında anlayışlı bir gülümseme aldıktan sonra kendi apartmanına doğru yöneldi.
Yürüyüşü yavaştı. Aklındakilerle meşgüldü çünkü. Kedileri bulamamış olsa da Ayşe teyze onların yerini fazlasıyla doldurmuştu. O kaçak gülümseme yeniden belirdiği anda aniden gelen bir bağırış onu yerinden sıçrattı. Karşı apartmandaki kadın yine diafondan oğlunun adını haykırmaya başlamıştı. O an içinden, bir taş alıp diafonu parçalamak geldi. Kendini bu fikre kaptırmamak için hızlıca apartmana girdi. İki kat merdiveni zorlukla tırmanıp nihayet evine ulaştı. Elindeki kapları kapının önüne bıraktıktan sonra kapının önünde dikilip derin bir nefes verdi. Eve girdiği an haykırdı, "Ben geldim!" Bıkkın bir fısıltıyla ekledi. "Yine birlikte yaşadığımız bu eve geri döndüm yalnızlık."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YAŞAMAK ÖLÜM GİBİ
Fantasy"Ölümde ne var ki beni kendine çeken? Bilmiyordum, beni çeken ölüm değil; hayatmış beni ölüme iten." Ölmek isteyen bir kız ölümden dönerken yolda genç bir adamla göz göze gelir. Merakının peşinden giden genç adam hiç beklemediği bir anda kim olduğu...