Bölüm 8
Sehpanın üstündeki kahve bardaklarını ve -biri hariç- tamamını kendi başına boşalttığı kurabiye tabağını mutfağa götürürken Can'ın arkadaşlıkla ilgili söylediklerini tekrar tekrar düşünüp gülümsüyordu.
Ona verdiği cevaptan sonra paylaştıkları gülümsemeyle suskunlaştılar. Bu gülümseme verilen bir sözü ya da hayali kağıtlardaki bir anlaşmayı bağlayan bir imza gibiydi çünkü. Ardından söylenebilecek pek de bir şey kalmamıştı. Birbirlerini daha iyi tanıma seansı o noktada seviye atlamış ve devamını sonraya bırakmıştı.
İçinde dönen duygulara yakalanmamak için kaçacak yer arayan gözleri duvar saatinde durdu. Dördü geçtiğini görünce refleksle yerinden fırladı. Kediler onu bekliyordu. Daha önce bir dakika bile gecikmemişti. Tam mamaları alıp fırlamayı düşünüyordu ki şaşkınlıkla ona bakan Can'la göz göze geldi. Yerine oturmaya yeltendi. Sonra saate kayan gözleri yine kedileri hatırlamasına neden oldu ve tekrar dikilip mutfağa doğru bir adım attı. Tekrar Can'ı hatırladı. Aklı ve alışkanlıkları çakışıp bedenine hata verdirmiş gibiydi. Ne yapacağını bilemiyordu.
Can'ın saklamaya çalıştığı gülüşünü gördü. Bu kendine gelip düşünme yetisini tekrar kazanmasını sağladı. Neden öyle davrandığını açıklaması gerektiğini düşündü ama Can ondan önce davranmıştı.
"Kedileri beslemeye gitmen gerekiyor, değil mi?" Duvardaki saate baktı. "Hatta geç bile kalmışsın." Oturduğu yerden kalkıp, "Ben artık gideyim. Zaten benim de işim vardı," dedi.
"Ama böyle olmaz ki. Ayıp olmadı mı böyle? Öyle olur genelde, değil mi? Ayıp mı ettim ben şimdi?" Sosyal yetkinliği olmadığını çok belli ettiği için kendine kızdı biraz. Ama elinden gelen bir şey de yoktu. Neyse ki yeni arkadaşı; onu tanıyan, anlayışlı biriydi.
"Merak etme. Ayıp falan etmedin. Hadi gidelim artık. Kediler onları terk ettiğini düşünüp üzülecekler yoksa."
Hilal, -altında art niyet aradığından değildi ama- bunları söylerken gülüyor olmasının iyi bir şey olmasını ummuştu. Çünkü arkadaşlık denen şeye dair hiç deneyimi olmadığından neyi, nasıl algılaması gerektiğinden emin değildi. Bir hata yapıp Can'ın fikrini değiştirmesine neden olmaktan korkuyordu. Önceden nasıl davrandığı sorun değildi. Ama arkadaş olduklarını öğrendiği andan itibaren bambaşka bir zeminde yürümeye başladığını hissetmişti. Büyülü ama kırılgan bir zeminde.
"Vaktin varsa kedilerin yanına sen de gelmek ister misin?" Her zamanki yerinden mamayı alıp Can'la beraber kapıya yöneldi.
"Beni gördüklerinde verdikleri tepkiyi hatırlamıyorsun herhalde? Zaten geç kaldın bir de tamamen aç bırakmayalım zavallıcıkları." Kolundaki saate baktı. "Hem artık gerçekten gitmem lazım." Hilal'in açtığı kapıdan çıkıp kendi dairesine doğru yöneldi.
"Pekala. Görüşürüz o zaman." Can onu başıyla onayladıktan sonra dairesine giderken o da kapıyı çekip merdivenlere gitti. Kapları almayı unuttuğunu bir kat aşağıda hatırlayıp tekrar çıkmak zorunda kalmıştı.
Nihayet yanlarına ulaştığında kediler, "Nerede kaldın?" der gibi üstüne atladılar. Hızlıca hepsine mamalarını verdikten sonra Ayşe teyzenin balkonuna baktı. O sırada elinde çamaşır sepetiyle içeriden gelen kadın Hilal'in yüzüne sabitlenmiş olan alışık olmadığı sırıtışı görünce küçük bir şok geçirdi. Ağır görünen pembe sepeti yere bırakıp parmaklıklara yaklaştı.
"Hayırdır inşallah. Kim bilir başımıza neler yağacak?"
Kadının dediklerinden bir şey anlamadığını ifade etmesine gerek yoktu. Yüzünden anlaşılıyordu çünkü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YAŞAMAK ÖLÜM GİBİ
Fantasia"Ölümde ne var ki beni kendine çeken? Bilmiyordum, beni çeken ölüm değil; hayatmış beni ölüme iten." Ölmek isteyen bir kız ölümden dönerken yolda genç bir adamla göz göze gelir. Merakının peşinden giden genç adam hiç beklemediği bir anda kim olduğu...