Bölüm 6
Ertesi güne uyandı. Kendini tuhaf hissediyordu. Sanki bir şeyler eksikti. Yataktan kalkıp elini yüzünü yıkadı. Mutfağa gidip kahvaltı hazırlamaya başladı. Yedi. Yediklerini kaldırdı. Dişlerini fırçaladı. Aynaya baktı. Saçlarına çeki düzen verdi. Üstüne daha düzgün bir şeyler giymeye karar verdi. Öyle yaptı. Aynanın karşısına geri geldi. Nispeten daha iyi görünüyordu. Durdu.
Uyandığı andan itibaren yaptıklarını gözden geçirdi. Daha önce günlerini alışkanlıklarına emanet eden bilinci bu sefer kendini umuda bırakmıştı. Potansiyel farklılıkları, korkuyla değil heyecanla bekliyor gibiydi. Eksik olan şey ruhundaki ezici ağırlıktı. Hissettiği tuhaflıksa bunun hafifliği. Ama yine de kendini bu kadar hevesli bulmayı beklemediğinden bu hali onu memnun etmedi. Ani gelen hafifliğin ayaklarını yerden fazla kaldırmasından korkuyordu. Çünkü sonunda kaybedeceği şeylere alışmak istemiyordu. Ruhunda daha fazla acı, mutsuzluk, hayal kırıklığı, hüzün, keder ya da her neyse onların yaratacağı yeni bir çizik için bile yer yoktu. Saçlarını dağıttı. Ne giydiği çok da önemli olmadığından yeniden değiştirmedi.
Günün içinde ilerlerken gözlerini sürekli kapıya bakarken yakalıyordu. Gelen her ani sesi ilk anda kapı sesi olarak algılıyordu. Bunun olmasından nefret ediyordu ama elinde değildi. Yalnızlığın çok zor ulaşılan ama saniyede bırakılabilen bir alışkanlık düzeyi vardı. İçinde olmaya katlanabilmek için harcadığı seneler birkaç kapı sesinden sonra tamamen boşa gitmişti. Ama dün yaşam kaynağı oymuş gibi kapının önünden ayrılmayan bu adam neden şimdi ortalarda yoktu? Gidip bir ihtiyacı var mı diye sormayı geçirdi aklından. Bu fikir bir saniye bile hayatta kalmayı başaramadı. Kendini artık bunu düşünmemeye ikna etmeye çalışıyordu. Ama normalde kendini oyalamak için yaptığı hiçbir şey artık bir işe yaramıyordu. Artık tek beklentisi saatin bir an önce dört olmasıydı. Gözleri, önüne oturup bakışmaya başladığı duvar saatini arada bir yine kapıyla aldatıyordu. İçinde kısılıp kaldığı bu görünmez kapan yüzünden çıldırması an meselesiydi. O ana öyle sıkışmıştı ki zamanın bile ilerlerken onu da yanında götürmeye gücü yetmiyordu. Hissettiği şey tam olarak buydu.
Saatin nihayet dördü göstermesiyle sevinçle yerinden fırladı. Artık oyalanacak bir şeyi vardı. Mama paketini ve kapları kaptığı gibi dışarı koştu.
Ayşe teyze neredeyse yapışık yaşadığı balkondaki yerinde yoktu. Aslında geliş durumu dedikodulara göre değişiyordu. Anlatacak yeni ve heyecanlı bir şeyleri yoksa arada bir gelmediği olurdu. Ama bunun o güne denk gelmesi Hilal'in sinirini bozmuştu. Dikkatini dağıtacak bir şeylere ihtiyacı vardı ve bunun için Ayşe teyzenin dedikodularına bile razıydı. Elinde kalan son umudu kedilerdi. Neyse ki onlar her gün olduğu gibi yerlerinde onu bekliyorlardı.
Üç kedi çoktan etrafını sarmıştı. İkisi bacaklarına sürtünmek için birbiriyle yarışıyordu. Diğeri de elindeki mama paketine ulaşmaya uğraşıyordu. Elindeki iç içe geçmiş kaplardan üçünü alıp diğerlerini kenara koydu. Çömelirken kedilere, "Çakıl'la Azman nerede?" diye sordu. Cevap gelmeyeceğini bildiğinden hiç beklemeden, "Neyse onlar da sonra yerler," diye ekledi.
Kapları iyice sabırsızlanan kedilerin de alıştığı gibi duvarın önüne yerleştirdi. Hayvanlar önlerindeki kapları koklayıp boş olduğunu anlayınca mamayı koklamaya başladılar. Kız onları daha fazla bekletmeden hepsinin kabını birer birer doldurdu. Kediler önlerindeki mamaları iştahla yemeye başladılar. İçlerinden biri yanındakinin kabına yöneldiğinde kız onu kendi kabının önüne itti. "Bunu yapmanızı sevmediğimi biliyorsun," dedi. Kedi de onu anlamış gibi kendi yemeğine geri döndü.
Çömeldiği yerde kalarak ellerini çapraz şekilde dizlerine yerleştirdi. Uzun zamandır arkadaş olduğu kedilerin yemek yemelerini izlemeye başladı. Öylesine geçen günlerinin en -belki de tek- anlamlı anını yaşıyordu. Tek elini kedilerden birine uzatırken çenesini diğerine dayadı. Sırtını okşadığı kedi bir saniye için yemeyi bırakıp ona baktı. Bunun bir tehlike olmadığını anladığında yemeğine geri döndü.
"Bugün yine hiçbir şey olmadı. Size anlatabileceğim yeni hiçbir şey yok. Dün olanlardan bahsederdim ama yaparsam kendimi daha çok kaptırırım diye korkuyorum. Korkmayın, hala hayatımda sadece siz varsınız. Bir arkadaş hayali falan da kurmuyorum. Sanırım. Umarım. Hem eminim siz benden daha çok şey yaşıyorsunuzdur. Buna rağmen nasıl benden sadece sizinle ilgilendiğim bir hayat yaşamamı istersiniz? Özellikle de sen Lala. O kediye yapmaya çalıştığın şeyi gördüm. Ama sen de haklısın. Sizin içinizde yaşam var. Ben öyle değilim ama. Biliyorsunuz, ruhum çoktan öldü. Ve içime yaydığı koku dayanılmaz. Psikolojik bir kanserin içindeyim. Bundan sağ kurtulmam imkansız. Beni bir çapa gibi bu hayatta tutan tek şey hala atan kalbim. Ama onu durdurmayı da bir türlü başaramıyorum. Sanki bana engel olup duran bir şeyler var. Ama benim gibi vasıfsız birini durdurmak kimin işine gelir ki? Evet, haklısınız bence de çok mantıksız."
O konuşurken kedilerden ikisi neredeyse bitmek üzere olan yemeklerini bırakıp kaçar gibi uzaklaştılar. Ama o dalgınca kuyruğuyla oynadığı Pırtık'la ilgilendiğinden onları fark etmesi biraz zaman aldı. Onların bu tuhaf davranışını görünce kediyle oynamayı bıraktı. Başını, çenesini dayadığı elinden kaldırdı. Etrafına bakınmaya çalışırken arkasına dönemeyince tekrar ayağa kalktı. O sırada Pırtık da diğer kediler gibi uzaklaşmıştı. Döndüğünde uyandığından beri görmeyi beklediği kişiyi beklemediği tek anda karşısında buldu.
"Selam." Artık daha doğal görünen gülümsemesi ve yuvarlak, altın çerçeveli gözlükleriyle Can ona bakıyordu.
"Selam." Bundan başka bir şey söyleyemedi. Aklı boşalmış gibiydi. Kendisiyle ne yapacağını bile kestiremedi bir an.
"Kedileri mi besliyorsun? Ne kadar hoş bir davranış. Ama beni pek sevmediler galiba. Keşke gelmeseydim." Üzgün ifadesi samimi gibiydi.
"Hayır! Yani ne alakası var? Geri gelir onlar. Hatta çoktan yediler bile. Gelmelerine gerek yok. Ben şu kapları toplayayım." Söylediği gibi kapları toparlamak için arkasına döndüğünde tavırlarından utandığı için yüzünü buruşturdu. Kendini tanıyamıyordu. İşini bitirince Can'ın yanına gitti.
"Sen de eve mi gideceksin?"
"Evet."
Birlikte apartmana yürüdüler. Can kapıyı onun için tuttu. Karşılığında ona gülümsedi. Yeni kazanmaya başladığı alışkanlıklarından biri de gülümsemekti. Bununla ilgili herhangi bir hissi ya da düşüncesi yoktu henüz. Merdivenleri çıkarken de konuşmadılar. Hilal daha yakın olan kendi kapısına ulaştığında durup ona baktı.
"Dün sözleştiğimiz kahve için uğramak istersen müsaitim." Ne dediğinden kendisinin de haberi yokmuş gibi söylediklerine şaşırdı.
Can ona bakıp gülümsedi. Gözlüklerini parmağıyla geri ittirdikten sonra, "İnan çok isterdim ama birazdan mutlaka gitmem gereken bir yer var," dedi. Bir an duraksayıp tamamen ona dönerek ekledi: "Ama yarın kapını kesinlikle çalacağım."
Hayal kırıklığına uğradığını kendine bile belli etmemeye çalıştı. "Pekala." Söyleyebildiği tek şey bu olmuştu.
Bu sefer diğerinin ardından kapattığı kapıya bakan kişi Can'dı. En azından Hilal öyle olduğunu umuyordu. Ama yalnızlığın çıkışındaki ışığın peşine düşen kişi kendisiydi. Can'ın ona aynı umutla bakmadığı kesindi çünkü o muhtemelen normal bir hayata sahip biriydi. Henüz kanıtını görmemiş olsa da çok büyük ihtimalle ailesi, arkadaşları ve bir işi vardı. Hilal, başlangıçta kapının çalınma sesinden rahatsız olurken içindeki yalnızlıktan ölmek üzere olan umut hayata o sesle tutunmuştu. Artık o sesi tekrar duymayı çaresizce bekleyen kişi sadece o umut muydu yoksa kendisi de buna dahil miydi bilmiyordu. Sürekli oraya kaçan gözleri kimin ya da neyin emrini dinliyor olursa olsun attığı bakışlar kurtuluş özlemiyle doluydu ama Can'ın o kapıya bakmak için hiçbir kayda değer nedeni yoktu. O yüzden bu aptal metaforu özgür bırakmaya karar verdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YAŞAMAK ÖLÜM GİBİ
Fantasía"Ölümde ne var ki beni kendine çeken? Bilmiyordum, beni çeken ölüm değil; hayatmış beni ölüme iten." Ölmek isteyen bir kız ölümden dönerken yolda genç bir adamla göz göze gelir. Merakının peşinden giden genç adam hiç beklemediği bir anda kim olduğu...