Bölüm 11
Neyse ki kızın sokağı caddeye yakındı ve orada bir otobüs durağı bulmayı başarmıştı. Durakta bekleyen bir azrail olduğunda otobüsün bekletme süresi son durağa varış süresiyle aynıydı. Yani sadece bir dakika bekleyeceğini bilmesine rağmen saatine bakıp durmaktan kendini alıkoyamıyordu. Durağı bulmak yaklaşık yedi dakikalarını almıştı. Otobüsün gelip ölüm tarafına varması iki dakikalarını alacaktı. Ruh teslim odasına koşarak gitmeleri gerekecekti. Hatta kalan her şeyi koşarak yapması gerekecekti.
Otobüs göründüğü anda kendini yola attı. Önlerinde durup kapılarını açtığında ruhu kolundan tutup fırlatır gibi otobüse bindirdi. Kendisi de içeri atladı. Bir dakikalık yolda stres bedeninin ölülüğüne meydan okuyordu. Buna dair her türlü insani duyguyu deneyimlemişti. Azraillerin kökeni insandı ve onlardan tek farkları ölü olmalarıydı. Ortadan ikiye bölüp bir tarafını ölüm, diğer tarafını da yaşama verdiğimiz dünyayı bir kemer gibi sarıp birbirine bağlı tutan bir yol gibi düşünülebilirdi hayat. O yol biri için yaşama çıkarken diğeri için ölüme varıyordu. O sınırdan geçenler için doğası değişse de hiçbir zaman bitmiyordu. Ölsen de aynı yolda yürüyordun, yaşasan da. O yüzden ölü kalbinin varlığını hatırlatan heyecan da, alnını kaşındıran ter damlasını doğuran endişe de, aklını ele geçiren korku da doğaldı onun için. Ölümün içinde bile olsa vardı çünkü. İnsanlar ölmek için hayattayken o doğmak için ölümdeydi.
Daha otobüsün içinde, kapının açılmasını beklerken kolundan yakaladığı ruhla birlikte dışarı atladı. Koşuşturması o andan itibaren başlamıştı. Koridorun kasvetli havasının onlara ulaşamayacağı bir hızla geçtiler içinden. Asansöre bindiler ama beklemek yine çok zor olmuştu. Ruhu teslim edeceği odaya vardıklarında neyse ki yapması gereken çok fazla şey yoktu. Ruhun bilgilerini görevliye söyleyip onu orada bıraktı. Otobüsten indikleri andan itibaren üç dakika geçmişti. Saatine bakıp hala beş dakikası olduğunu gördü. Geldiği yoldan -yanında onu yavaşlatacak kimse olmadığından- daha hızlı şekilde geri döndü. Bütün bu koşuşturmadan sonra, saniyeler kala bile olsa zamanında yetişmeyi başarmıştı.
*
O koşuşturmanın etkilerinden kurtulduktan sonra yapabildiği tek şey o kızı düşünmekti. Günün geri kalanında ve hatta bütün gece bunu düşündü. Böyle bir şeyi efsanelerde dahi duymamış olsa da bir araştırma yapmaya karar verdi. Kitap falan karıştıracak zamanı yoktu ama çevresindekilerin ağzını arayabilirdi. Uykusuz gecenin sabahına ulaştığı andan itibaren yaptığı şey de buydu. Sekiz'in öyle bir şeyden bahsettiğini hiç duymamıştı. Buna dair bir şey duysa ya da bizzat şahit olsa kesin ona söylerdi. O yüzden çok da samimi olmadığı kişilerle başlamaya karar verdi. Özellikle günlük programını aldığı görevliye sormalıydı. Çünkü kadın yaptığı işin sosyal karakterine uyması dolayısıyla her türlü olaydan haberdar olmasıyla bilinirdi. O azrail olduğundan beridir de aynı görevi yürütüyordu. Yani en az yüz on bir yıllık tecrübeye sahipti. Bu süre içinde böyle bir şey yaşanmışsa mutlaka duymuş olmalıydı.
Zaten az çok muhabbeti olan kadınla önce her zamanki gibi günaydınlaştı. Konuya direkt girmesi tuhaf olacaktı ama ikisinin de lafı uzatacak zamanı yoktu.
"Geçenlerde bir şey duydum. Bir insanın azrailleri görebilmesiyle ilgili. Böyle bir şey mümkün olmadığından inanmadım ama sonra aklıma takıldı. Ben bile duymuşsam senin kulağına da kesin gelmiştir, değil mi?"
Kadın, "Sen neden bahsediyorsun?" der gibi baktı ona. Sonra aklına bir şey gelmiş gibi atıldı hemen. "Öyle bir şey hiç duymadım. Zaten senin de dediğin gibi mümkün değil. Böyle olaylara ilgi duyuyorsan ortadan kaybolan azraillerle ilgili olan söylentilerden bahsedebilirim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YAŞAMAK ÖLÜM GİBİ
Fantasy"Ölümde ne var ki beni kendine çeken? Bilmiyordum, beni çeken ölüm değil; hayatmış beni ölüme iten." Ölmek isteyen bir kız ölümden dönerken yolda genç bir adamla göz göze gelir. Merakının peşinden giden genç adam hiç beklemediği bir anda kim olduğu...