Bölüm 16
Yatağında sırtüstü uzanırken gözlerini tavana dikmiş, düşüncelerine bakıyordu. Eğitmenin yanından ayrıldıktan sonra aklı arkadaşında kalsa da işine devam etmişti. Bu onu oyalamıştı ama o anda oyalanabileceği bir şey yoktu. Bu sahne onda dejavu hissi yarattı. Hilal'i düşünürken de uyuyamamıştı. Daha saatler önce en önemli gündemi olan kızı artık aklından bile geçiremiyordu. Hayatında çözmesi gereken daha önemli bir gizem ortaya çıkmıştı çünkü.
Sağ tarafına döndü. Sekiz'in gerçekten tamamen yok olmuş olma ihtimalini tartıyordu. Bu düşünceyi kaldıramayıp yataktan fırladı. Aklına geldikçe kendine kızıp duruyordu. Nasıl olup da Sekiz'in kaybolduğunu fark etmemişti? Kızın varlığı gerçekten de akıl almaz bir durumdu ama ne olursa olsun Sekiz'den önemli değildi. Pencereden içeri süzülüp yere yatmış olan ay ışığının üstüne bastı. Dışarıya bakarken domino taşları gibi dizili apartmanlarda gezdirdi gözlerini. Baktığıyla gördüğü aynı değildi ama. Çünkü gözleri aklındakilere odaklıydı. Hilal'in peşinden giderken Sekiz'i unutmuştu. Peki şimdi aynı şeyi Hilal'e de mi yapmalıydı? Daha bir hafta önce tanıştığı kıza arkadaşıyla aynı ölçüde yakın olmasa da az çok değer verdiği bir gerçekti. Sekiz'i bulmak için elinden gelen her şeyi yapacaktı ama bu sırada Hilal'den vazgeçemezdi. Onun arkadaşı olmaya ve tekrar onu görmeye gideceğine söz vermişti.
*
Bütün gecesi yatakta oflayarak sağa sola dönmekle geçmişti. Aklı, hiç durmaksızın olanları gözden geçirmekle meşgul olduğundan onu bir türlü uyutmamıştı. Aynadaki görüntüsüne yargılayıcı bakışlar atıyordu. Yüzü, yorgunluğunu bir tuval gibi üstünde sergiliyordu. Sürekli dönüp durduğu için saçları darmadağındı. Omuzları bile ondan bağımsız olarak uykularına devam ediyormuş gibi çöküktü. Duştan sonra daha iyi görüneceğini umarak sürünür gibi banyoya gitti.
On beş dakika sonra yine ayna karşısında saçlarının ıslaklığı haricinde hiçbir şey değişmemiş halde buldu kendini. Umutları kendine başka bir durak bulup orada beklemeye başladı:
"Kahvaltıdan sonra daha iyi olacağım."
Tembel hayvan yavaşlığında hareket ederek masasını kurdu. Aklı gene ondan habersiz onu uyutmayan düşüncelere gitmişti. Can gelirse... Can gelince biraz soğuk davranıp sonra onu affedecekti. Araları biraz düzelince belki koşarak bulmaya gittiği kişinin kim olduğunu da sorabilirdi. Nasıl olup da gerçek bir azraille karşılaşmış, hatta arkadaş olmuş olmasını; diğer tarafın, ruhların, yeniden doğuşun gerçek olduğunu bu kadar kolay kabullenmiş olduğuna bir anlam veremiyordu. Sonuçta ölümsüzlüğü haricinde onda özel ya da farklı olan hiçbir şey yoktu. Diğer insanlar gibi yaşıyordu. Önünde açılan yeni dünyaya rağmen tek dert ettiği şeyin Can'ın arkadaşlığı olması normal miydi? Mesela diğer tarafın gerçekliğinden emin olmadan önce inanmadığından dolayı cehenneme gider miydi gerçekten? Şimdi inanmaya başlaması bir şey değiştirecek miydi? Diğer taraf vardı belki ama insanların inandığı hangi dine bağlıydı? Hatta din diye bir şeye cidden bağlı mıydı ki? Diğer insanlar bunları sorgulardı, değil mi? Ama o bunları irdelemek yerine bir azraille olan arkadaşlığını düşünüyordu. Sadece arkadaşlık söz konusu olsa bile, "Biz ayrı dünyaların varlıklarıyız," deyip gider miydi?
Çalan kapı onu düşüncelerinden sıyırdı. Bir süredir kemirdiği ekmeği tabağına bırakıp açmaya gitti.
"Gerçekten geldin. Hoş geldin." Daha da açtığı kapının arkasında durarak Can'ı içeri buyur etti.
"Hoş buldum."
O içeri girerken arkasından baktı. Önceki hiçbir haline benzemeyen bir durumu vardı. Yakalandığında bile o kadar çökük görünmemişti. Onu affetmeyeceğini düşündüğünden umutsuzluğa mı kapılmıştı? Yoksa şu bulmaya gittiği önemli kişiyle mi ilgiliydi? Sorsa söyler miydi ki? Aralarının ne durumda olduğunu bile bilmiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YAŞAMAK ÖLÜM GİBİ
Fantasy"Ölümde ne var ki beni kendine çeken? Bilmiyordum, beni çeken ölüm değil; hayatmış beni ölüme iten." Ölmek isteyen bir kız ölümden dönerken yolda genç bir adamla göz göze gelir. Merakının peşinden giden genç adam hiç beklemediği bir anda kim olduğu...